TCHİHATCHEFF, M. PİERRE DE

ANASAYFA

TCHİHATCHEFF, M. PİERRE DE; Lettres sur la Turquie; Paris, 1859.

Yazıda Türkiye hakkında maddi bir çok bilgi var.

Osmanlı gelirleri yirmi yıl önce ne kadar idiyse şimdi de o kadar: 200 milyon Frs civarında. Oysa masraflar çok arttı. 1858’de 70 milyon Frs. bütçe açığı var. (s. 41) Kamu borçları 600 milyon Frankı buldu. Sultan Mahmut yıllığını (“liste civile”) 27 milyon frank olarak tespit etti. (s. 42) Sultan Abdülmecid’in de özel borçları çığ gibi artıyor. 1858 Nisan ayı sonlarında, sırf iki kızının düğünü için Galata sarraflarından % 9 faizle 10 milyon Frank borç alıyor. Dolmabahçe 70 milyon franka mal oldu; yıllık devlet gelirinin 1/3’ünden fazla. Baş mabeynci kendisine sarayın 584 franka (3 500 kuruş; harcanan paranın kağıdının fiyatı) mal olduğunu söylüyor. (s. 42)

Vakıflar devlet içinde devlet oluşturuyor; her türlü vergiden muaf, 40 milyon franklık gelir sağlıyorlar. İthalattan % 5, ihracattan % 12 gümrük alınıyor (“Loi Barbare”) “Bugün de, yirmi yıl önce olduğu gibi, ticareti, sanayiyi ve tarımı en çok ilgilendiren idari branşlar, yirmi yıl önce ilan edilen Gülhane Hattı’na rağmen, müzayede ile satılıyor ya da iltizama veriliyor.” (s. 46) Gümrük imtiyazı örneği: Küçük Asya’da hükümet iki gümrük hattı imtiyazı verdi. Biri İstanbul’dan (İstanbul hariç) Batum’a kadar; ikincisi de İzmit’ten Mersin’e kadar Batı ve Güney hattı. Kuzey hattı dört Levanten tüccara 8 milyon kuruşa (1 Frank, 4,5 kuruş) verildi. Hükümet üç milyon kuruş kazanıyordu. Öbürü yedi Levanten tüccara 35 milyon kuruşa iltizama verildi. Hükümet ondan da ancak 23 milyon kuruş kazanıyordu. Bu durum yönetimin yeteneksizliğini ortaya koymaktadır. Tabii yeni gümrükçüler çok daha uyanık yeni memurlar getiriyorlar. (s. 46) İhracat bundan çok etkileniyor.

Ereğli-Amasya hattındaki kömürlerin işletilmesi çok zavallı halde. (s. 49)

9. Mektup

İstanbul-Trabzon arası Osmanlı için yeni bir çığır açtı. Osmanlı, Avusturyalı, Fransız gemileri çalışıyor. Sonra Ruslar da katıldılar. Dört liman (echelle) var: İnebolu, Samsun, Giresun, Trabzon. En önemlileri Samsun ve Trabzon.

Giresun’da fındık rekoltesi, iyti yıllarda 80 000 kentala kadar çıkıyor. (1 kental 56 kgr) Bunun yarısı yelkenli kayıklarla Odesa, Tagarrog ve Tuna eyaletine gönderiliyor. İspanya mahsulü iyi değilse İngiltere’ye de gönderiliyor. (s. 51) Bu ticarete Hıristiyanlar hakim. Yabancılar bunları kazanmaya çalışıyor. Rusların da geleceği parlak..

10. Mektup

“Şurası gerçek ki hiçbir Türk eyaleti savaştan Küçük Asya kadar ıstırap çekmedi. Çünkü askerlerin büyük kısmını o sağladı” 50 000 kadar kişi telef oldu, ya da kayboldu. (s. 55)

1839 ve 1856 reformlarının uygulanan tek yönü şu oldu: eyalet valilerinin mirasla devrolunan hakları kalktı; eyaletlerde askeri işler sivil işlerden ayrıldı. Artık askeri ve sivil olmak üzere iki paşa var. (s.55) Paşalık sıfatı hala açık artırma ile alınıyor; paşalar idam etme yetkisini kaybettiler. Öte yandan diğer bütün keyfilikler devam ediyor. Paşaları gelirleri de muazzam. Erzurum valisinin geliri 4 milyon kuruş. (s. 56)

Hıristiyanların eşitliği için ne yapıldı? Eyalaetlere bağlı illerde ikişer meclis kuruldu. 1) Ticaret meclisi (Tribunal de Commerce); 2) Meclisi kebir (Grand Conseil). Hıristiyan-Müslüman ihtilaflarına bakıyor; fakat çoğunluk hep Müslümanlarda. (s. 58) Örneğin Giresun nüfusu 12 bin kişi. İki bini Müslüman; gerisi Grek ve Ermeni. Türklerin Meclisi Kebir’de yedi, Hıristiyanların iki üyesi var. Türk üyeler: Kaymakam, haznedar, müftü, kadı ve halkın seçtiği üç kişi. (s. 59)

11. Mektup

Haraç kalktı; yerine bedel kondu. (s. 61) Bazı fakir reaya asker olmak istedi; fakat istenmiyorlar. Haraç adam başına 30-40 kuruş idi; yeni vergi 300-400 kuruş. (s. 62)

Hattı Hümayun Avrupa’da Osmanlı Devleti’ndekinden daha fazla tanınıyor. Bir çok eyalette okunmadı bile. Örneğin Erzurum’da ilan edilmedi. (s. 63) Paşa metni Ermeni ve Rum Meclis azalarına –tehditkar bir şekilde- gösterdi. İngiliz konsolosu halka anlattı; fakat onun da çok az etkisi oldu.

12. Mektup

Doğu’da Kürtler Ermenileri eziyorlar. (s. 65)

II. Mahmut derebeyi tetkilerini kaldırdı. Reaya bir süre rahatladı; artık sadece merkeze vergi veriyordu. Fakat bu çok sürmedi. Örneğin Canik eyaletine (merkezi Samsun) hakim olan beyler, daha sonra mütevazi “ağa” ismiyle yeniden ortaya çıktılar. (s. 70) Canik paşası Osman Paşa meclise girdi ve fermanın uygulanması ile görevlendirildi!

Kırım Savaşı’ndan sonra Karadeniz kıyılarında yaşayan hristiyanlardan çok kimse Rus pasaportu aldılar.  Osmanlılar da tehdit ve hapisle bunu önlemeye çalışıyorlar. İngiliz temsilcileri de bunları izleyip Osmanlılara ihbar ediyorlar. (s. 73)

Rus filosu Karadeniz’den yoksun kaldıktan sonra Osmanlılar burada esir ticaretini teşvik etmeye başladılar. Bunlar Türkiye’nin Karadeniz sahillerine çıkıyorlar. Genellikle, Kafkas kökenli,  Çerkesler. Amasya civarındaki bir köy (Kutu? köyü) bu ticaretin bağlantı merkezi ve deposu durumunda.. Yani Osmanlılar da Rus vatandaşlarına pasaport veriyorlar. (s. 75) Çerkeslerin bir kısmı kendi kaçmak istiyor..

La Turquie Mirės; Paris, 1861.

Bir gerçek Türkiye var-ki Avrupa’ya pahalıya mal oluyor. Bir de, hayali, Mires Türkiye’si var.

Hıristiyanların “sivil ve siyasal haklardan tam anlamıyla yararlanma” durumuna gelmeleri, imparatorluğa tamamen egemen olmaları demektir. Türkler bunu anlamayacak kadar aptal değiller. (s. 11-12) “Bu durumda böyle bir ülkeden, yerine getirmesi intihar anlamına gelen vaatlerde bulunmasını beklemek hayal ve saçma olur.” (s. 12)

Osmanlı sultanları Avrupa’nın en çok ödenek alan hükümdarları. Sultan II. Mahmut’un tesbitiyle ülke gelirlerinin (en çok 300 000 000 frs.) yaklaşık 1/7’sini (40 milyon frs.) ödenek (“liste civile”) olarak alıyor. İngiliz Kraliçesi 396 500 sterling ile tüm gelirlerin % 2’sini; Avusturya İmparatoru ise tüm gelirin (282 540 723 florin) 1/35’ini alıyor. Fransa’da da bu oran 1/60. Avrupa’da geliri en yüksek olan Rus Çarı bile tüm gelirlerin ancak 1/20’sini alıyor. Kısaca en fakir devlet hükümdarına en fazla ödemeyi yapıyor. (Bu bilgiler M.J.F. Kolb’un “en güvenilir eser” diye sunulan Vergleichenden Statistic (1860) başlıklı eserinden alınmış. (s. 14)

Osmanlı Devleti’nde küçük memurlar çok az para alıyorlar. En tepede 30 nazır ve 120 kadar müşir var. Bu 150 kişi 24 milyon frank alıyor. Yani tüm gelirin 1/12’sinden fazla. Bunun dışında da büyük gelirleri var. (s. 16) Örneğin 1858’de Erzurum valisi olan paşanın yıllık maaşı 200 000 frank; oysa eyalet 800 000 frank gelir sağlıyor. (s. 17) Bugün Türkiye kendini en çok verene satıyor.

“İlk kez, büyük bir İmparatorluğun yabancı bir hükümetin değil de, can çekişmesini her şeye rağmen belli bir süre daha uzatmakla yükümlü bir şirketler kumpanyasının vesayetine konulmuş olduğu görülüyor.” (s. 17)

Osmanlı borçlanması 774 milyon frank; yani yıllık gelirin iki misli. (s. 21) 1858’de Osmanlı bütçe açığı 70 milyon frank; İngiltere’nin açığı bundan çok daha az. (s. 23) başka devletlerin borçlanması yavaş yavaş artarken Osmanlı borçları 1853-1860 arası birden bire yükseldi. Osmanlı devleti 30 milyon franklık taksidi ödeyemez hale gelebilir. (s. 28)

—La Paix de Paris est-elle une Paix Solide; Bruxelles, 1856.

Hep Rus çıkarlarını gözeten bir yazar. Bu kitaptan, Amerikalı misyonerlere ait verdiği bazı bilgileri not etmişim. Bunlar (“American Board of Commissions for Foreign Missions”) son beş yılda (1851-1856) büyük terakkiler kaydetmişler.

“1852’de İslam devletlerinde 150 şehir ve köyde bir misyoner bulunuyordu; bunların her birinin etrafında Hıristiyanlaştırdıkları kimseler vardı ve bunların davranışları ve hoşgörülü ilkeleri hükümdarların iyi tebaa isteğiyle o kadar uyuşma halindeydi ki, haklarında en derin takdir ve sempati duygularıyla doluydular.” (s.51)

L’Asie Mineure et L’Empire Ottoman; Revue des Deux Mondes, 1850, No: 2. (s. 707-732 ve 840-863)

Yazar Türkiye ve iktisadi durumu hakkında bir sürü bilgi veriyor.

“Küçük Asya”da afyon hemen her yerde (özellikle Afyonkarahisar’da) ekiliyor. İngilizler Çin’e afyon ihraçlarında Anadolu’dan da yardım alıyorlar. Bu ticareti örgütlemek için muazzam paralar harcamışlar. 1840’da bir “Bill of Parliament” ile “Peninsular Company”yi kurarak ona afyon tekelini vermişler. Şirketin 26 buharlı gemisi var. Bunların bir çoğu sadece afyon ticaretinde kullanılıyor. İzmir ve Malta’da toplanan afyonlar İskenderiye, Kahire, Süveyş, Madras yolunu izliyor. İzmir’de devamlı bir ajanı var. 1847’de sadece İzmir’den 400 ton afyon temin etmiş. (s.716) Çin’e % 100 kârla satılıyor. Okkasını 150-200 kuruşa (30-40 franka) alıp, Çin’e 500-600 kuruşa satıyorlar. (s.717)

Anadolu’da üretilen madenler..

Gümüş: 693 589 kilo.

Kurşun: 173 437 kilo.

Bakır: 1 206 775 kilo. (s.721)

Maden üretimi bakımından Osmanlı devletinde ilk yeri Küçük Asya alıyor. Selanik’e yedi saat yürüyüş mesafesinde altın içerikli alüvyonlar var. 48 coğrafi millik bir alana yayılmışlar. Serez’e dört saat mesafedeki Nigrita köyünde de var. Avrupalılar bunları çok iyi işletebilirler. Türk Hükümeti dokunmuyor bile! Oysa bunlaru Yahudiler gizlice işliyorlar. Yılda 380 kilo altın elde ediyorlar. Gizlice Erdel’e transfer edip, Bohemyalılara satıyorlar. Onlar da böyle alüvyonları işleyip (yıkayarak), bir anlaşmaya göre hükümetlerine devrediyorlar. Sonuç: Altın Avusturya hükümetine gidiyor. (s.722-723)

Bunun dışında tuz ve kömür zenginliği var. Maden bulan her Osmanlı işletebiliyor. Din ayrımı yok; sadece yabancılara yasak. (s.730). İmtiyaz fermanla ve en az on, en çok yirmi yıllık. Temel şartları:

1) Ürünün % 20’si hükümete gidecek;

2) Maden hükümetin bu konudaki kurumunun eline verilecek; çünkü, sadece hükümet, masraflarını ödeyerek izabe işlemlerini yapabilir. Yani maden temizlendikten sonra hükümet önce % 20’sini alıyor; sonra da, kendi saptadığı fiyattan, geri kalan kısma el koyuyor. Bu “barbar” sisteme rağmen Hükümet önemli bir kazanç sağlıyor. Yazar, bütün bilgileri birleştirerek, Hükümet’in madencilik alanında yılda net 2,5 milyon Frank (brüt 4,5 milyon) gelir sağladığı kanısında. Avrupalılar girse verimi çok artırırlar. (s.731)

İkinci Kısım: Türkiye’nin Siyasi, Askeri ve Mali Durumu.

İlk kez 1841’de İstanbul-Trabzon arasında Avusturya gemileri işlemeye başladı. 1845’de İngiliz gemileri de devreye girince ticaret çok canlandı. Daha önce de İngiliz gemileri var; fakat yeni bir servis başladı ve hacmi çok büyüdü. (s.844) İngiltere 1846’da başa geçti. (49 tekne, 2 060 bin Frank; ikinci Avusturya: 52 tekne, 1 137 bin Frank); üçüncü Türkiye 86 tekne, 929 bin Frank.)

Türkiye’nin yıllık geliri 600 milyon kuruş (141 milyon Frank). İmparatorluğun olanaklarına göre düşük. (Canik eyaletinin tütün vergisi iltizamı örneği veriliyor.)

Devlet’in başlıca gelir kaynakları:

1) Öşür; 2) Salgun (menkul ve gayrimenkul malların % 25’i; daha önce öşüre tabi imiş.); 3) İntisap: Dükkan ve mağazalardan, değerlerine göre, ayda on kuruşla altmış kuruş arasında vergi; 4) Haraç: 30-60 kuruş; 5) Gümrük: ihracattan % 12, ithalattan % 5 alınıyor. En çok geliri öşür ve gümrük vergileri sağlıyor. Birinci 15, ikinci 25 milyon Frank sağlıyor. Küçük Asya’dan 50-55 milyon Frank akıyor. Tüm gelirin üçte birinden fazla. (s.818)

Gülhane Hattı’na rağmen iltizam usulü kalkmadı; daha da kötüsü devlet memurları da mültezim olmaya başladılar. (s. 849)

Ordu 150 bin kişi; gerçekte 95 bin kişiyi geçmiyor. (s.850)

Dereceler ve aylıklar: 1) nefer: 20 kuruş (4,5 Frank); 2) onbaşı: 30 kuruş; 3) çavuşbaşı (elli kişiye komuta ediyor): 40 kuruş; 4) yüzbaşı: 300 kuruş; 5) mülazım (lieutenant de yüzbaşı): 180 kuruş; 6) binbaşı: 750 kuruş; 7) kolağası (lieutenant de binbaşı): 600 kuruş; 8) miralay (albay): 1500 kuruş; 9) kaymakam (lieutenant de miralay): 900 kuruş; 10) liva (tek tuğlu paşa): 7500 kuruş; 11) ferik (iki tuğlu paşa): 11 bin kuruş; 12) müşir (üç tuğlu paşa, baş komutan) 70 bin kuruş (15 880 Frank). (s. 850)

Ordu giderleri 285 milyon kuruş; tüm gelirlerin 1/3’ünden çok fazla. Dereceler arasındaki fark başka hiçbir ülkede görünmüyor. (s. 850)

Bir Türk piyadesi için yıllık masraf: 75 Frank. Rus piyade için yılda 125; Avusturya 212; Fransa 340; İngiltere 538 Frank harcıyorlar. Yüksek derecedekilerin maaşı Avusturya’dakilerin maaşını sık sık geçiyor. Müşirler senede kazandıkları 150-190 bin frangın ancak ¼’ünü harcıyorlar; ayrıca başka bir çok gelirleri de var.

Gülhane Hattı Hümayunu amacına ulaştı mı? Üç amacı vardı: can ve mal emniyeti; vergi tanzimi; askerlik tanzimi. Paşalar artık idam edilmiyor; fakat hapse atılıp ölüme terk ediliyorlar. İltizam bütün imparatorlukta yürürlükte. Yine de en çok askerlik reformu hedefine ulaştı. (s.854-855) Eski Çapanoğlu ve Karaosmanoğlu ailelerinine övgü. Yerine kaos geldi; halk kürt ve avşar aşiretlerinin merhametine terk edildi! (s. 856)