ANONİM (Bir eski diplomat tarafından yazılmış);
L’Empire Ottomane, 1839-1877; Paris, Dentu, 1877. (XVI-270)
Şark Sorunu İngiltere ve Rusya ilişkileri çerçevesinde ele alınıyor.
ANONİM (“Eski bir Diplomat” imzasıyla yayımlanmış); L’Angleterre et la Russie en Orient, 1876-1877; Revue d’Histoire Diplomatique; Sene: 1896 (Makalenin 1877 yılında yazıldığı belirtilmiş.)
Osmanlı reformları “ikilik-dualité” yaratıyorlar. Vilayetler Kanunu valileri merkezi otorite yerine soktu. Onları merkeze karşı bağımsız hale getirdi. Oysa amacı Batı etkisi ile “ademi merkeziyetçilik-décentralisation” idi. (s.59)
Yeniçerilerin katli ile 1856 Paris Anlaşması arası dönemde Osmanlı Devletinde “örf ve adetler iyice yumuşadı ve dini bağnazlık eski sertliğinden çok şeyler kaybetti”; etnik cemaatlere karşı eşitlik duyguları başladı. (s. 60) Basın Panislamizm’in (pangermanizm, panslavizm vb’ye paralel olarak) doğuşuna yardım etti. Osmanlı milletlerine hoşgörüyü pazarlık konusu haline getirdi. Abdülaziz, iktidarının son yıllarında halk tarafından hiç sevilmiyor. Dine karşı kayıtsızlığı (impiété’si) yeriliyor. Yağmacılığı da ona karşı olumsuz duygularda etkili oldu. (s.63) 1875 sonbaharında Mahmut Nedim Paşa’nın sadrazam oluşu bardağı taşıran damla oldu. Nedim Paşa Rus ajanı sayılıyor. Daha önce iktidara gelince bürokraside keyfi bir ayıklama yapmış. Hazineden para çaldığı da söyleniyor. Fakat çok cesur. (s. 64) 6 Ekim kararı ile kamu borçlarının faizlerinin yarısı beş yıl ödenmeyecek. Kıyamet koptu. (s.65) Yazara göre bu kararın alınmasında Rus elçisi İgnatiyef’in hiçbir rolü yok. Hatta haberi bile olmadı. (s. 65) Aslında İngiliz elçisi Sire Henry Elliot’un fikri alınmış; o da “iç işlerinize karışmayız” demiş. Oysa İngilizlerin 80 milyon sterling alacağı var. İngiliz idareciler, kapitalistlerden korktukları için, sorumluluğu üzerilerine almamışlar; bilgileri gizlemiş, Blue-Book’a sokmamışlar. Fakat İngiltere Mahmut-İgnatief ilişkisine öfkeleniyor; sonunda Elliot, Mahmut’un Sultan ile Elçi arasında tam bir ittifakın aracı olduğu kanısına varıyor. Kraliçe Victoria heyecanlanıyor. (s.68)
Elliot, Mithat Paşa, Halil Şerif Paşa, Ahmet Vefik Paşa vb. ile anlaşıyor. Bir Anayasa hazırlanıyor. Redaksiyonu bir Fransız avukatı olan Bardant’a veriliyor. Bu Anayasa sonunda Rusya’nın –Batı’nın bütün isteklerini kabul etmesine rağmen- silaha sarılmasına yol açtı. (s. 68) Yeni hareket (“her zaman coşkulu ve ürkütücü bir kast olan”) softaları kazandı. Bunlar Mahmut ve şeyhülislamın azlini, İgnatiyef’in kovulmasını istemeye başlıyorlar. Yeni bir halk gücü haline geldiler. Silahlanıyorlar. Birkaç gün içinde en azından on beş bin silah aldılar. Pera ve Galata hareketli; gayri Müslimlerde kırım korkusu başlıyor. Sefalet içindeki softalar 7, 8, 10 sterlinge silah satın alıyorlar. Nereden buluyorlar bu parayı? Monroe-Buttler-Johnston adlı bir İngiliz Türkleri çok seviyor. Ahmet Vefik Efendi dostu ve hocası. Parayı o sağlıyor. İstanbul ve Londra’da para yatırılması için hesap açtı ve kendisi 4 000 sterling yatırdı. Osmanlı Bankası da 300 sterling yatırdı. İngiliz elçiliği bile para yatırdı. (s. 71) Bunlar Nisan-Mayıs 1876’da oluyor. Fakat ayaklanmalar Hıristiyan ve yabancılara karşı dönüştü. İngiltere karşı önlemlere baş vurmuyor. Selanik’te Alman ve Fransız konsolosları öldürüldü; İngiltere yine yumuşak. Softalar silahlı baskı ile Mithat Paşa’yı sadrazam, Hayrullah Efendi’yi de şeyhülislam yapmak istiyorlar. Sultan, Mahmut Nedim Paşa’yı azletti. Yerine Mehmet Rüsdü Paşa’yı seçti. Abdülaziz hiç cahil değil; sağduyu ve onur (dignité) sahibi. Çok para harcadı, ama, savunmayı da 15 yıl içinde çok güçlendirdi. Etrafa, babası nasıl yeniçeleri yok ettiyse, kendisinin de softaları yok edeceğini söylüyor. (s.75) Bunun yarattığı korku Mehmet Rüşdü Efendi’yi de muhalefete sürükledi. Tüm Saray erkanını da. Sultanın etrafı casus dolu. O ise Ruslara dayanmaya çalışıyor. Sözde Çar 40 000 asker yollayacakmış!? (s.76) Sonunda tahttan indirildi. Darbeyi İngiliz elçisi hazırladı ve finanse etti. Abdülaziz’i ordu bile tutmadı. İngiltere’nin düzenlediği bu komplo Osmanlı Devleti’nde kanlı bir dönem başlattı. (Çerkes Hasan’ın suikastı, Bulgar mezalimi vb.) Türkiye’ye sempati çok azaldı. (s.87)
III. Napolyon “ulusallık ilkesi”ni gösterişli bir şekilde ortaya atmıştı. Rusya bundan dış politika alanında yararlandı. Fakat hükümetin amaçlarını aştı. Bulgar ayaklanmasını “Resmi Rusya” değil “Gizli Rusya”nın Moskova ve Bükreş komiteleri çıkardı. (s.92) Resmi Rusya bu sonuçtan ürktü!
Çerkez milisleri kırım ve yağma yaptılar. İngilizler 12 000, Ruslar 45 000 ölüden söz ediyorlar. Oysa baş sorumlu Şevket Paşa Erzurum valiliğine yükseltildi. Aslında Babaıali’nin istediklerini yapmıştı. Zaten İngiliz elçi Elliot, Babıali’ye “qaraçlara aldırmadan” isyanı söndürmeyi tavsiye etmişti. Belki Çerkezlerin ve başıbozukların kullanılacağını bilmiyordu; fakat, tahmin etmeliydi. Avrupa (özellikle İngiliz) basını bu elçiye çok çattı. (s. 95)
Henry Elliot, Türklere çıkar gözetmeden bir sempati besliyor. Zaten bu M. Buttler-Johnston’da olduğu gibi, moda ve David Urquhart’tan beri bu devam ediyor. Stuart Mill de aynı hisleri paylaştı ve aynı davayı paylaştı. (s.96-97) Daha Batı’da sayılamayacak kadar önemli kişilik var buna örnek. Mason loncalarında da Türkleri çok tutanlar var. Fakat Bulgar kırımı bu sevgiyi sarstı. (s.97) Rusya’da gücü Çar’dan da fazla olan Slav Komitesi etrafta devamlı ajitasyon yaptı ve Çar Alexandre’ı savaşa sürükledi. Rus ajanları Sırbistan ve Karadağ’da karışıklıklar çıkarttılar. Bütün Avrupa savaşı önlemek istiyor. H. Elliot, hükümetinin talimatına rağmen baskıları azaltıyor; Babıali’yi rahat bırakmak istiyor. (s. 100)
Yazara göre Kırım Savaşı’nı da Nesselrode’un bir notasını “kabul edilemez” diye baskı yapan ve Reşit Paşa’ya reddettiren elçiyle Elliot arasında benzerlik var. (s.102) Oysa Palmerston aksi düşüncedeydi.
İstanbul Konferansı’nda sadece ayaklanan eyaletlere reform vaat edildi. Bir şekilde ayaklanmaya prim verildi. (s.102) Babıali’nin bağımsızlığına düşkünlüğü de hesaba katılmadı. Oysa softaların ayaklanması ile kamu oyu üstünlüğü (“ascendance”) başladı. (s. 103) Osmanlı devletinde reformlar için uluslar arası Konferans toplanması çok onur kırıcı. Babıali, reformları reddedince Avrupa’nın birbirine düşeceğine inanıyor.
“İngiliz elçisinin meslektaşı (Moskova’ya “envoyé spécial” olarak gönderilmiş olan) Marquis de Salisbury” idi.. Yazar onu Türk düşmanı olarak niteliyor ve hakkında ağır hükümler veriyor (cahil, kaba vb..). Rus elçiliğine çok yakın; tamamen Rusların fikirlerini izliyor; yemeklerini bile orada yiyor! (s.105) Elliot ile arası kötü; genel toplantılarda Elliot susuyor. El altından Divan’ı destekliyor mu? Mümkün!
Konferansın ilk günü Anayasa ilan edildi. Yazar bunu “becerikli” (“habile”) bir olay olarak niteliyor. (s.107) Aslında hiçbir temele dayanmıyor. Ciddi değil. Fakat Rusya’yı çok ürkütüyor. Rus basınında genel şaşkınlık (hilarité) yarattı. Acı bir şekilde alay konusu oldu. (s.109) Fakat muhalifler çok geçmeden bundan yararlanmaya, hükümet de baskıya başladı. Avrupa’da tek “otokrasi” olarak Rusya kalmıştı. (s.118) Bu da savaş nedenlerinden biri oldu. (s.110) Türkiye daha az “cesur “ önlemlerle, hiç de reform yapmadan savaşı önleyebilirdi. Londra prokolünü Osmanlıların reddi Rusları kızdırdı. Aslında Rusya bu konuda Osmanlıların söz bile söylememelerini istiyor. Rusya Osmanlıların “Konvansiyonel” bağımsızlığına hücum etti: Tek başına savaş yapabilir; fakat barış yapamaz bir devlet!
Tuna savunması Osmanlıların itibarını birden çok artırdı. Borçların ertelenmesi, Bulgar Kırımı vb. unutuldu. Fakat asıl şunu anlamak lazım: Neden İngiltere Osmanlı bütünlüğünü savunuyor? Yazara göre “gerçek bir ulusal politika ön yargısını” nesiller birbirine aktarıyorlar. Kapitülasyonlar da Osmanlı bütünlüğünü Osmanlılar için cazip (demir, kömür, imalathane, hırdavat vb pazarı) kılıyor. (s.117) Fakat zamanla bu imtiyazlı durum azaldı; hatta Türkiye’nin varlığını koruyabilmesi için tamamen ortadan kalktı. İngiliz İmparatorluğu’nun çıkarlarına ters düşmeye başladı. (s.118)
II. Kısım (s. 171-222)
Yeniçerilerin kırımından sonra Avrupa, Osmanlı Devleti’ne varlığının sine qua non koşulu olarak reformlar empoze etti. Kırım Savaşı’ndan sonra bunlar “zorunlu koşullar” (“formes impératives”) şeklini aldı ve Osmanlı Devleti ancak bu koşullarda Avrupa Konseyi’ne dahil oldu. Reformlara en büyük engeli “İmparatorluk bünyesinde mevzuatın çeşitliliği ve ülke dışı sayılırlık ilkesini içeren Kapitülasyonlar ve yabancıların deniz taşımacılığı, ticaret, sanayi alanlarında yararlandıkları her türlü dokunulmazlık ve muafiyetler” oluşturuyordu. (s. 171) Bu durumda Avrupa çıkarlarını koruyabilmek için Osmanlı Devleti’ni de korumak zorundaydı. Buna rağmen İngiltere, çıkarlarını feda ederek Osmanlı Devleti’nin bir çok istediğini yaptı. Osmanlı Devleti’ni giriş gümrüklerini % 3’ten % 8’e çıkardı; hatta, “söylendiğine göre”, anlaşmaların yenilenmesi sırasında bunun % 25’e kadar çıkabileceğini kabul etti. (s.173) İngiltere deniz filosu için de bir sürü vergiler kabul etti: Patent hakkı, tonaj ve demirleme hakları, sonra far hakkı gibi. İngiltere 1867 Haziranında yabancılara mülkiyet hakkı tanınırken, vatandaşlarının bazı konularda Osmanlı kanunlarına tabi olmalarını kabul etti. Hatta vatandaşlarının mesleklerini icra edebilmeleri için Osmanlı vatandaşları gibi patent hakkı ödemelerini de kabul etti (s.174). Sonunda Comte de Derby 6 Ekim 1875’de borç faizlerini dondurmasına bile itiraz etmedi. “Giderek ortak hukuk rejimi kapitülasyonların yerini aldığı için İngiltere’nin artık Türkiye’nin yerini alacak güçten korkusu yoktu.” (s. 176) Oysa Palmerston, John Russel ve Stratford de Redcliffe İngiliz çıkarlarını kıskançlıkla koruyorlardı. İngiltere’nin Hindistan’da kırk milyon müslümanı idare etmesi de bu konuda önemliydi. Hindistanın sömürge statüsü Osmanlı bütünlüğü ile yakın ilişkiliydi. Süveyş’in açılmasından sonra Mısır da aynı yönde etki yapıyordu. Osmanlı Devleti 1875-1876’da Boğazları savunacak güce sahipti. Torpillerin icadından sonra bu daha da kolaylaştı. (s.185)
Rus çıkarları ne alemde?
Rusya Boğazların herkese açık olmaktansa herkese kapalı olmasını tercih ediyor. 15 Temmuz 1840 anlaşmasını Nicolas bu amaçla imzaladı. Askeri kontrolden, Müslümanları kışkırtmalardan korkuyor. Buna karşı çıkanlar, yani tam “uvertür” isteyenler özgürlüğü, ticari çıkarlarıöne sürüyorlar. Kafkaslar da kontrol altına alınmış (pacifié edilmiş). Ulusal parti bu amaçlarla savaş ilanında rol oynadı. İngiltere Boğazların açılmasını istemiyor.
Rusya 1853’te savaşı “Doğu Hıristiyanları” adına ilan etmişti. Savaştan sonra politika değişti; Rusya Slavların koruyuculuğunu üstlendi. Panslavizm 1856’da uluslar arası sahneye çıktı. (s.206) Yunanlılar bunun karşısında dehşete kapıldılar. “Megalo İdea”ları tehlikeye düştü. Slavlar buna rakip olmuşlardı. Türkler bundan “egemen olmak için bölmek” ilkesi bağlamında yararlandılar ve Slavların otonomi eğilimlerini desteklediler. 27 Şubat 1870 İrade’siyle Slavlara “Exargue” adı altında bir ruhani lider verdiler ve bu, “Patriarcat Oecuménique”den bağımsız kılındı. Bulgar kırımında Rumlar sadece başıbozukların ve Çerkezlerin “aktif işbirlikçileri” olmakla kalmadılar, aynı zamanda “hareketin gerçek hazırlayıcıları” oldular. “Bulgar şizmatiklere karşı, Müslümanlardan daha sert davrandılar.” (s.211)
Rus politikası bu “ikili oyun”dan dolayı popüler olamadı.
ANONİM; Les Dessous de la Politique en Orient; Paris, 1916.
“Bir Alman” (Un Allemand) imzasıyla ve Henry Bonnet’nin sunuşuyla yayımlanmış. I. Dünya Savaşı öncesinde Almanların Türkiye’de gizli faaliyetleri anlatılıyor. Yazar bir Alman diplomatı ve gizli ajanı imiş. İstanbul’da 1888, 1908 ve 1913’te bulunmuş.
Pera “şüpheli kozmopolitlerle her milliyetten yerlilerin garip karışımı”. (s. vı)
Alman Kayseri II. Wilhelm İstanbul’a bir gelişinde Abdülhamit’in güvenlik hizmetinin (Service de Sûreté’si), İmparator Enver’i Berlin’de ataşe militer iken tanımış ve desteklemiş. (s. ıx) Enver Berlin’i Kayser’in Alman elçisine hararetli bir tavsiye mektubuyla terk ediyor. (s. xı)
Sultan Hamid’i Alman – Jön-Türk ittifakı nasıl düşürdü? Kayser’in sultan ve Jön-Türkler arasındaki ikili oyunu. Damat Ferit’in karısı Mediha Sultan işin içindeymiş. Her işi düzenleyen elçi Baron Marshall von Bieberstein.
***
Eserin kendisi: Abdülhamit’in aslında tiran olmadığı, fakat saplantılarının zaman zaman kendisini zulme sürüklediği kaydediliyor. (s. 3) Sultan Fransızca biliyormuş; bunu Kayser keşfetmiş! Gizli polis tamamen Abdülhamit’e bağlı. İnsanları kaybediyor!! (s. 9)
II. Wilhelm bir ziyaretinde gizli servisin başına bir “Alman detektif” getirmeyi başardı. Adam bütün komploları önlemiş! (s. 9) 1908’den biraz önce ölmüş. Baron von Bieberstein da Harem’den sultanın favorisi hristiyan cariyeyi elde etmiş. (s. 82)
Bieberstein 1897’de “Fransız-Rus anlaşmasının imzalanmasından sadece iki ay sonra” gönderilmiş. Bir görüşe göre kendisinden en çok beklenen şey İngilizleri Mısır’da meşgul etmesi. (s. 20) Alman İmparatoru Abdülhamit’ten umudunu kesince Jön-Türklere dönüyor. Darbeden önce “Amina”nın mücevherleri bile Alman elçiliğinde!
Peralılar hakkında gözlemler. (s. 33) Abdülhamit’in tahttan indirilmesi Pera’da zengin bir Ermeni’nin verdiği baloda kararlaştırılıyor. (s. 37)
Rusya’nın itibarı Berlin anlaşmasından sonra azalıyor. Hristiyanların gözü daha çok Belgrad, Atina ve özellikle Sofya’ya çevriliyor. (s. 72)
ANONİM: Ordonnances Militaires de Sultan Soliman, dit le Canoniste; çeviren: J. B. Adanson; 1753. (BN Fonds Turcs Supp. No: 719)
Fransız Ulusal Kitaplığı’nda incelediğim bir elyazması.
Nemçe kralına karşı altı seferde başarıya ulaşamayan Kanuni yeni bir ordu kurdu. Avusturya ise daha büyük bir ordu kurmuş! Başta Osmanlılar bozuluyor ve geriliyorlar. Kanuni bir nutuk atıp “bu Kerbela günüdür!” diyor. Ordu coşuyor. Almanlar da cesaretle savaşıyor. Yedi gün yedi gece savaş! Sultan savaşa katılmak istiyor. Solakları (muhafızları) bırakmıyor. Kılık değiştirip (silahtar, birinci çuhadar, ibrikdar, tülbentçi ile) kavgaya katılıyor. (s. 5-6) Kaybolduğunun farkına varan dört solakbaşı, dört kethüda ve o kadar da odabaşı onu arıyorlar. (s. 5-6) Ancak kendileri savaş alanında kalmak şartıyla onu uzaklaştırıyorlar. Kethuda Selim, başçavuş Murtaza ve piyade komutanı Deli Hamza “şimdiye kadar din ve şanınız için savaştık; Hasan, Hüseyin’in intikamını aldık; şimdi de öyle savaşacağız vb” diyorlar. Başçavuş ve Kethüda’nın emrinde Peygamber sancağını taşıyan heyetten 1 500 serdengeçti ileri atılıyor.
Başarıyı Allah’ın himayesine atfeden Sultan başını yere koyuyor ve yeri öpüyor! (s. 11)
Yeniçeriler ödül yerine çeşme istiyorlar. İstanbul’daki kışlalarda tatlısu yok. Ocaklar çok sıkıntı çekiyor. Hemen İstanbul’a çeşme yapılması için ferman yollanıyor! (s. 17) Sonra Sultan İstanbul’da kırk gün kırk gece bayram yapacağını söylüyor. Tüm ocaklara yılda yüz elli kese akçe dağıtılacak. Her yeniçerinin üç aylığı (maaşlar üç ayda bir veriliyor) 2 akçe artırılacak. (s. 20) Yeniçerilere ayni olarak da yiyecek (iki yeniçerinin beslenmesi için iki günde bir buçuk kilo et)veriliyor. Oturak sayısı 1500 adet artacak. Bu ihtiyarların her savaşta nasihatları dinlenecek. Kışlalara yedi ayrı kapı yapılacak. Karısını kaybeden yeniçeriler çocuklarını getirebilecek; fakat ayrı bir dairede kalacaklar. (s. 25) Hoca tutulacak; gece duasından sonra yatmak için başka bir daireye götürülecekler; bu odaya kimse sokulmayacak. (s. 25) 23 yaşına gelince yeniçeri ocağına girecekler. (s. 26)
Ocaklara gürcüler, Çerkezler, Abazalar da girebilecek. Rus ve Türk reaya oradan kesinlikle çıkarılacak. (s. 27; eski Türkçe metin s. 92) Ocaktan İstanbullular da çıkarılıyor. (Bunlar hep seferdeki vaatler).
Sultan İstanbul’a dönülünce çeşmeyi yaptırıyor. Yeniçeriler kışlalarının yanında bir kasap istiyorlar; o da yapıldı. (s. 49) Rum kasaplar görevlerine devam ediyor; sultan ücretlerini “blok” olarak 2 akçe artırdı. Bizzat imzaladığı bir Hattı Şerif ile onlara Karaman koyunu ve keçi kesmeyi yasaklandı. (s. 51) Ocaklar hizmetindeki Türk kasap kahyalığı başçavuşluğa bağlandı. Sultan kasap Gedik Ahmet’e İstanbul’un tüm zahire ve yiyecek müfettişliğini (“İhtisap ağası”) verdi. Fiyatları o tespit edecek. O da etin okkasını 5 akçe ve diğer zahirelerin fiyatlarını da ona nisbetle saptadı. (s. 55) Tüm mahallelerde fiyatları ilan etti. Bir şehir teftişinde 11 buğday tacirini fiyatlara uymuyorlar diye öldürttü. Ertesi gün 8 kişi daha öldürüldü. Üçüncü gün de kasap ve ekmekçi şefleri boğazlattırdı. Sonra sultana bilgi verdi ve sultan da memnuniyetini bildirdi.
Sultan da bir derviş kılığında teftişe çıktı; çok memnun kaldı ve Gedik Ahmet’i çağırtarak ona bin altın düka hediye etti. (s. 51) Bolluk oldu; fiyatlar düştü (etin okkası 3 akçe, tereyeğ 1 akçe oldu.) Bolluk beş yıl sürdü. Sultan Gedik Ahmet’i ikinci vezir yapıp Divan’a aldı. (s. 59) İki yıl sonra da sadrazam ölünce onun yerine sadrazam yaptı. Sadrazam olduktan sonra da yanına yeniçeri ağası, ihtisap ağası ve İstanbul Efendisi’ni alarak daima teftişlere çıktı. (s. 59)