
KAZGAN, HAYDAR; Osmanlıda Avrupa Finans Kapitali; Ankara, Roma Yayınları, 2005.
Yazar Marksizm’in “Osmanlı finans kapitali ilişkilerini değerlendirmede yine de vazgeçilmez bir yöntem” olduğu kanısında. (s. 11, Önsöz’den).
“(…) Senyöraj hakkının devletçe kullanılamamış, ya da Avrupa finans kapitalince kullanıldırılmamış olmasıyla gelişen iktisadi ve siyasi olaylar Osmanlı İmparatorluğu’nu azgelişmişlik sürecinde kısır döngüye sokmuştur” (s. 15).
Kazgan’a göre Batı merkantilizmi Osmanlı altın ve gümüşüne el koyarak ve senyörlük hakkını yasaklayarak başlamıştır. 1860’larda kurulan Osmanlı Bankası bile senyöraj hakkını Osmanlı yönetimi ile paylaşmaya yanaşmamıştır. (s. 16). Sadece Artin Kazas “Batı’da olup bitenleri fark edip bir şeyler yapmaya çalışmış” (s. 17). Kalpazanlığı önleyen gümüş para ayarlaması ile devlete çok para kazandırmış, fakat değeri anlaşılmamış; adını kimse bilmiyor.
Kazas 18. yüzyıl ikinci yarısında Kars’ta bezcilik yapan Boğos Efendi’nin oğlu. Savaş, karışıklık vb sonucu İstanbul’a göçmüşler. İktidar yolsuzluk iddiasıyle Düzoğullarını hapse attıktan sonra, Kirkor Balyan’ın önerisiyle, Kazas darphane amirliğine getirilmiş (s. 20-23). Fakat orada çok kalamıyor; işini iyi yapmasına rağmen “(Katolik) milletinin umuruna karışarak nifak ve şikâyetlere sebep olduğu için” azlediliyor. Yerine yine Katolik olan Bilezikçioğlu Yakup getiriliyor (s. 24-25).
Para tağşişi, Kanuni’nin son döneminde devlet gelirleri arasına giriyor. III. Murat zamanında yaprak kalınlığında gümüş kuruş çıkarılıyor. Yeniçeriler ayaklanıyor. Galata’ya yerleşen bankerler ayar ve vezinleri daha yüksek paralar çıkararak büyük karlar sağlıyorlar. II. Mahmut’un ilk yıllarında dışarıdan ayarı çok düşük paralar giriyor. (Cevdet Paşa tarihinde bunları yazıyor (ek 2; Cevdet Tarihi, c. 9, “Bazı Umuru Maliye”). (s. 26, 171-172).
Kazas, 1823’te ikinci kez darphane amiri olunca iyi yönetimiyle II. Mahmud’un güvenini kazanıyor. Saray’a daha yakın olmak üzere Ortaköy’e taşınıyor. Düzoğullarını da affettiriyor, ayrıca Ermeni Kilisesi ile Katoliklerin arasını buluyor.
1828-29 Savaşı sırasında İstanbul’da müthiş bir zahire kıtlığı var. Bekar odalarından ve son on sene içinde İstanbul’a gelmiş reayadan 40 bin kadarı şehirden çıkarılıyor. Derhal düzenlenen deftere göre o sırada Başkentte 359 089 kişi yaşıyor (s. 31-32).
Kazas Rus Savaşı sırasında düşük ayarlı beşlik ve altılık sikkeler basarak para operasyonu yapıyor. O sırada seferde olan sadrazam Reşit Mahmet Paşa çok kızıyor; fakat Kazas onu ikna etmesini biliyor. Kazgan ise savaş harcamalarını enflasyon ile finanse etmek meşru bir yol. (s. 39-40). Ruslara tazminatın ikinci taksiti için de Kazas, ahbapları olan sarraflardan (İstanbul’a yerleşmiş, ekserisi İtalyan ve Fransız kökenli sarraflardan) faizle borçlanarak tedarik ediyor. Yazar bu bilgiyi Diran Kelekyan’ın bir makalesine borçlu. (s. 47; Tarih-i Osmani Mecmuası, 1 Ağustos 1330, sayı 27).
II. Mahmut döneminde medreseler parasızlıktan çok yoksul durumda. Sultan Edirne gezisinden buharlı gemi ile Sirkeci’ye döndüğünde, “Hoş geldin Padişahım” merasimi için getirilen öğrencilerde Rum, Ermeni ve Yahudi çocuklarını –kıyafetleri düzgün diye- ön sıralara koymuşlar. Kiliselerin yanında fakirler yurdu, aşevi, hastane, dükkanlar, kitaplıklar vb var (s. 52-53).
Kazas 1834’te ölüyor. Kazgan’a göre “Artin Kazas, Batı ülkelerindeki merkez bankalarının yerini tutan ‘Darphane-i Amire’yi yeniden, başta teknik olarak düzenlemiş ve 1834 yılında öldüğü zaman, Darphane sadece altın, gümüş para basmada teknolojik olarak çağdaş bir seviyeye gelmekle kalmamış, tıpkı bir merkez bankası gibi, tabii daha dar sınırlar içinde, devlete senyöraj yani para basma hakkını kullanmasının faydalarını sağlayacak duruma gelmiştir” (s. 56). Kazas’ın politikası “eski müdürlerin aksine darphanede altın, gümüş, bakır stoklarını bir an evvel paraya dönüştürülüp devleti önemli faiz yükünden kurtarmak hesabına” dayanıyordu. Nitekim “Rus savaş tazminatını ödemek için Banker Baltazzi ve ortaklarından aldığı krediyi bu şekilde Darphane’deki stok üretim ilişkilerini yeniden düzenlemek ve paranın zaman maliyetini asgariye indirmek suretiyle rahatça ödeyebilmişti” (s. 57).
“Osmanlı İmparatorluğu’nda Batı’ya nazaran geciken en önemli iktisadi olay kâğıt para ihracıdır” (s. 61). Nedenleri hala tam olarak ortaya konulmamış. 1840’ta, özel olarak ithal edilmiş kâğıtlara hattatlar tarafından yazılarla ihraç edilen bu kâğıtlar faizli oldukları için iç borç tahvilleri niteliği taşıyor (s. 61). Savaşlar, Yeniçeri kırımı vb gibi nedenler ötesinde, asıl neden II. Mahmut zamanında Akdeniz ticaretindeki canlanma.. 1838 ticaret anlaşması da bu yönde yorumlanıyor.. Kaimeleri çöküş alameti olarak gören tarihçiler çok yanılıyor. Civar ülkeler % 20 veya en fazla % 30 altın ankesle kağıt para veya banknot ihraç ederken, sizin altın ve gümüş parada ısrar etmeniz paranın maliyetini dört beş kat artırıyordı “Durumun farkına varıp, kaime ihraç edilmesi bizce Tanzimat’ın en önemli olayıdır” (s. 62). Bu işi daha önce sadece iç ve dış bankerler yapıyorlardı. Onlar bu yollar parayı ucuzlatıp yüksek faizle devlete borç veriyorlardı. Bu yüzden kaimelere karşı çıktılar. 1839 yılı sonunda piyasaya çıkarılan ve toplam değeri 32 bin kese olan kaimeler sergiler (kısa vadeli hazine bonosu) şeklinde idi. Kaimeler faiz getirisi yüzünden halk tarafından rağbet göründe bankerler harekete geçti ve “bunların altın karşılığı yok!” diye propagandaya başladı. Hükümet ise Ceride-i Havadis’te yayınlanan yazılarka bu usulün normal olduğunu, dünyanın her tarafında kullanıldığını ispata çalıştı. (Ek 4, Ceride-i Havadis, 1841, sayı 19).
— Galata Bankerleri, c. I; İstanbul, Orion Yayınevi, 2005.
“Galata liberalizmi” Fatih Sultan Mehmet’in bankerlere verdiği ayrıcalıklarla başladı. 15. Yüzyılın ilk yarısında, Galata, ticaret ve transit işlemleri dışında tamir, yelken onarım ve değişimi, tayfa temini ve kalafat işlerinde de çok önemli bir merkez idi. Günde bas yüzden fazla irili ufaklı gemi bu limana uğruyordu. Bizans’ta özel bir statüye sahipti. Fatih bu statüyü korudu. Hatta Bizans zulmü ve usulsüzlüğünden usanmış Galata, Fatih’e bir kurtarıcı gibi satıldı. Fatih, fatihten sonra Galata ile özel bir anlaşma yaptı ve “Osmanlı kanunlarına itaat şartı ile bu kentin açık bir ticaret limanı olarak kalmasına ve vergiye bağladığı işlemlerin türü ne olursa olsun hiçbir şekilde müdaheleye tabi tutulmayacağına” kendi imzaladığı bir ferman ile söz verdi. (s. 171). Kazgan, “Osmanlılar, Galata liberalizmine daha İstanbul’u ele geçirmeden teslim oldular, denebilir” diyor. (s. 171).
Galata bankerleri Osmanlı devlet idaresine sanayi devriminden sonra daha etkili şekilde nüfuz ettiler. Yazar, “Reşit Paşa’nın bunlarla ilişkisi iyi bilinmiyor”, diyor; sadece Paşa kalp krizinden ölürken Kamondo’nun yalısında bulunduğunu ve ölüme onun sebep olduğunu (A. F. Tükgeldi; Ricali Mühimmeyi Siyasiye’ye dayanarak) iddia ediyor. (s. 22-23). Daha sonraki yazıda da Reşit Paşa’nın Şirket-i Hayriye’nin en büyük hissedarları olduğu açıklanıyor. 1852’de kurulan bu şirket her biri 10 bin kuruş olan 2 000 hisse ile kuruluyor. En büyük hissedarlar Sultan Mecit (100 hisse) ve Valide Sultan (50 hisse). Bunları Reşit Paşa ile epeyce sayıda yüksek yönetici ve banker 20 hisse ile izliyor. Sonra da 10 ve daha küçük hisseliler var. Kazgan’a göre yüksek yöneticiler (sadrazam, vali, tophane müşiri, kaptan-paşa vb) bu hisseleri sarraflara borçlanarak almışlar. Bunları -kendisi de Kamondo’ya borçlanarak hisse alan- Reşit Paşa teşvik etmiş ve çoğu da onun “hatırı için” hisse almış! (s. 34).
Şirket için bir Fransız firmayla anlaşılmış; iki vapur tahsis edilmiş; ancak şirketin keyfi davranışları üzerine ruhsat iptal edilmiş ve bu kez tersane bir vapur tahsis etmiş. Daha sonra da banker ve komisyoncu Manolaki Baltazzi’nin aracılığı ile Londra’ya altı vapur ısmarlanıyor. Bunlar 1853’te çalışmaya başlıyorlar.
Vapur Galata’yı Boğaz’a bağlıyor ve Boğaz sahillerinin şenlenmesinde büyük rol oynamış. Bu rolü Lütfü Paşa Tarih’inde şöyle anlatıyor: “Bu şirket sebebiyle Boğaziçi imar edilmiştir. Eskiden Rumeli cihetinde Yeniköy ile Anadolu tarafından Kanlıca üst tarafları ahali ve sanki beladı meçhuleden idi. Hususiyle kavakları gören pek yok idi” (s. 32). Aynı konuda Cevdet Paşa da Tezâkir’de şunları yazmış: “Hele Şirketi Hayriye vapurları Boğaziçine işlemeye başladıktan sonra Boğaziçi şenliği ruzefsun oldu ve sahşl hanelerin kıymeti fevkalade terakki buldu” (s. 36).
Galata bankerlerinin örgütlenme ihtiyacı iki olgudan kaynaklanıyor: 1) % 6 faizli Esham-ı Cedide’nin borsada “hava oyunları”na neden olması; 2) kur farklarındaki hızlı değişikliklerin büyük spekülasyonlara yol açması. (s. 57). İstanbul’un hemen her semtinde bu oyunlar var. 17 Haziran 1862’de bunlara karşı bir tamim yayınlıyor ve Galata sokaklarında, Havyar Han koridorlarında, Karaköy sokaklarında oynanan oyunları yasaklıyor, fakat başarılı olamıyor. 19 Kasım 1871’de “Dersaadet Tahvilat Borsası Nizamnamesi” yürürlüğe giriyor. Mübayaacılar, simsarlar ve cobarlar (?) olmak üzere üç çeşit üyesi var. 22. maddesine göre borda muameleleri devletin tüm istikraz tahvillerini ve % 5 faizli Eshamı Umumi’yi (halk dilinde “konsolid”) kapsıyor. (s. 64). Bir komiser ile birçok memur vasıtasıyla hükümet kontrolüne giren Borda 1928’e kadar “dünyada eşi görülmemiş spekülatif hareketlere sahne olmuştur” (s. 64). Hükümetin kararlarını önceden haber alan bankerler hep kazanıyordu. Bazen bu bilgilere ulaşmak için rüşvet de ödüyorlardı. 19. yüzyılın son çeyreğinde Borsa dışa da açıldı. Bütün Avrupa tahvilatı burada alınıp satılmaya ve bunlar üzerinde oyun oynanmaya başladı. (s. 68).
1871-1881 yılları arası Galata Borsası’nın altın çağı oldu. Başlangıçta Mahmut Nedim Paşa’nın sadaret yılları idi. Bu dönemde bankerler asıl işleri ve çoktandır yaptıkları iltizamcılık dışında her alana el attılar: Demiryolu, tramvay, inşaat, rıhtım ve dok işletmeciliği; madencilik; tütün rejisi; değirmencilik ve her türlü imalat.. İstiklal ve Bankalar caddeleri bugüne kadar gelen şeklini aldı. Anadolu ve Rumeli sahilleri köşkler, sayfiye yerleri, gazinolar ve diğer eğlence yerleriyle doldu.
Tramvay Şirketi 1870’de Bank-ı Osmani, Şirket-i Umumi-i Osmani ile Kamondo, Zarifi, Zografos ve Konstantin Karabato tarafından kuruldu. Sermayesi 20 liralık hisselerden oluşan 400 bin lira. Bu atların çektiği tramvay sistemi. Ek olarak da –bugünkü taksilerin yerini tutan- küçük atlı arabalar devreye girdi ve sermaye 800 bine çıkarıldı. Ancak yolların kötülüğü arabaları tahrip ettiği gibi, atları da takatsız bıraktı. Yine de şirket büyük spekülasyon alanı oldu ve hissedarlara çok para kazandırdı. (s. 82). Bu finans sermayesinin sözcülüğünü de (“Bankerlerin basın sözcüleri ve dalkavukları”) Moniteur Ottoman, Revue de Constantinople, Phare du Bosphore, La Turquie gibi gazete ve dergiler yapıyordu (s. 84).
Ali Paşa’nın ölümü üzerine sadrazam olan Mahmut Nedim Paşa’nın dönemi tam bir ısraf ve gösteriş dönemi oldu. Sultan Aziz’in istediği de buydu. M. Nedim’in en büyük dostu Rus elçisi İgnatief idi. “Bu iki siyaset adamının asıl işbirliği Galata Borsasında, birlikte, sarrafların vasıtası ile kendilerine büyük şahsi menfaat sağlayan oyunlardır” (s. 89). Bu arada Rusya da, Rumeli demiryolu hattı kendi planına uygun yapılmadığı için, bu ikiliyi kullanarak Baron Hirsh üzerinde büyük baskılar yaptı; spekülatif oyunlar oynadı. (s. 89).
1875 iflası hakkında çeşitli yorumlar (M. Kemal İnal; Mahmud Celaleddin; Mithat Paşa) özetleniyor. Osmanlı Bankası, “biz devlet bankasıyız; nasıl olur da onayımız alınmaz” diye itiraz etmiş. Sözde karar alınmadan Fransa ve İngiltere elçilerine söylenmiş! Fakat Batı’nın tepkisi çok sert oldu. Karar önce güya Mithat Paşa ve bazı vezirlerin katıldığı bir Yüksek Encümen’de görüşülmüş! Fakat genellikle Mahmut Nedim paşa sorumlu görülüyor. Cevdet Paşa ise Tezâkir’de Mithat Paşa’yı suçluyor. Güya karardan önce haberdar olan Mithat Paşa sarrafı (Zarifi veya Hristaki) aracılığı ile bol miktarda Eshamı Umumiye sattırmış ve bunların fiyatı yarıya indiği için çok kazanmış! (s. 105). Mithat Paşa’ya göre ise Mahmut Nedim vezirleri zaten alınmış bir kararı onaylatmak için toplamış. Onların “Esham, Avrupalıların (küçük tasarruf sahiplerinin) elinde, onların da onayı alınmalı” şeklindeki itirazlarına da Fransa ve İngiltere elçilerinin onayının alındığını söylemiş; fakat sonra sadece Rus elçisinin onayını aldığı anlaşılmış! (s. 99).
Abdülhamit, amcasını (Sultan Aziz’i) tahttan indirenler arasında bazı bankerlerin (Zarifi, Hristaki, Köçeoğlu Agop) bulunduğu kanısında. Şehzade Murat’a bu nedenle bol bol borç vermişler. Sultan Hamit bu yüzden de tahtı sırasında onlara karşı hep tedbirli ve iyi davranmış, “hatta zaman zaman aynı zihniyette olmak fırsatlarını değerlendirmiştir” (s. 119).
Bankerlerle en iyi ilişkileri olan bir sadrazam Sadık Paşa! 1825’te Bayıdır’da doğmuş; 18 yaşında İzmir’de ticarete başlamış. İyi okumuş, Fransızca öğrenmiş! Fuat paşa onu İzmir’de tanımış; beğenmiş ve İstanbul’a götürmüş.. Çeşitli görevlerde (Tercüme Odası, Selanik gümrüğü, Divanı Muhasebat vb) bulunduktan sonra, 1867’de Eshamı Umumiye Emaneti’nine getirildi; sonra da Paris’e mali işleri yürütmek için yollanıyor; oradan dönünce de, 1869’da maliye nazırı oluyor. 93 harbi kaybedildikten sonra Abdülhamit kendisini sadrazam yaptı. Fakat bu tayinden 33 gün sonra Ali Süavi olayı gerçekleşince, tedbirsizliği yüzünden azlediliyor.
Sadık Paşa gerek Osmanlı üst kademlerindeki görevleri, gerekse Paris’te temasa geçtiği finans çevreleri sayesinde mali konularda çok bilgili. M. Kemal İnal’a göre “Maliye Nazırı iken Forvino namında Rusyalı bir banker ile akdi şirket kurarak ve kâr olursa kendi ceplerine, zarar olursa Hazine sırtına kayıt ve işaret olunmak üzere Hazine namına borsa oyunlarına giderek Hazine’yi birkaç yüz bin lira zarara sokmuş, fakat kendisi kazançlı çıkmıştır” (s. 122). Yine de maliye nazırlığı sırasında bir maliye dershanesi açtırmış ve bu alanda Fransızca eserler tercüme ettirmiş. Bu dersane, M. Zeki Pakalın’ın işaret ettiği gibi, 1908’den sonra açılan Maliye Mektebine temel teşkil etmiş! (s. 124-125).
Bazı batılı yazarlara göre Beyoğlu bankerleri 1877-78 Savaşı’nda büyük bir yurtseverlik örneği vermiş, büyük kayıpları göze alarak devleti desteklemişler! Oysa yapacakları başka şey yoktu, kayıpları daha fazla olacaktı. Buna rağmen yine de kayıplara uğrayanlar, hatta 1876 Ocak başlarında iflasın eşiğine gelenler çok oldu. Savaş sırasında ise Babıali basınında sarraflara karşı çok sert yazılar çıkıyordu. Örneğin 13 Ocak 1878 tarihli Tercümanı Hakikat gazetesinde şu satırları okuyoruz: “İki üç seneden beri şehrimizde sarrafların ne kadar çoğaldığına özelikle dikkat edecek olursak, bunun önemli bir sonuç olduğunu analarız. Bugün İstanbul’da sarrafların lüzumundan pek çok fazla olduğunu imbata hacet bile yoktur. Zira yakın vakitte, dükkanların önünde, ham de bakkal, sebzeci, hatta sandıkçı ve çilingir dükkanlarında bile birer sarrafın yer tuttuğunu müşahade etmekteyiz” (s. 136). Bu bolluk kaimelerin imhası operasyonuyla da ilgili. Kaimelerin çoğu fakir halkın elinde. Zarar görmesinler diye Osmanlı Bankası bunların karşılığında biraz altın verecek; bunun için de adını yazdırıp sıra numaraları almaları lazım. Bunun üzerine küçük sarraflar eşini dostunu ve para ile tuttuğu adamlarını kullanarak sıra numaraları alıyor ve yine aynı adamlar vasıtasıyla halktan ucuza topladığı kaimeleri altınla değiştiriyor! Beyoğlu basını ile Babıali basını arasında sert tartışmalara yol açan oyun da bu! (s. 136).
Beyoğlu bankaları batıdaki gibi şirketlerin ticari kredi ihtiyacından doğmamıştı. Devlet gelirlerinin tahsili ile harcamalar arasındaki zaman içinde ortaya çıkan kredi ihtiyaçlarını karşılayarak büyük kazançlar elde etme hırsından doğmuştu. Osmanlı Devleti Batı’da itibarını kaybetmiş, doğrundan borçlanma olanağını kaybetmişti. Bu koşulları Sadık Paşa da 1869 raporunda belirtmişti (s. 162). Ticaret Mekteb-i Aliyyesi’nde hocalık yapmış olan Zühtü Bey’e göre Abdülaziz döneminden itibaren ülke politikasına Banka (banque) ve yol (route) yapımı hâkim olmuştu. “Deli Fuat Paşa gibi vezirlerin ağzı ile ‘banque’ ve ‘route’ da sonunda “banqueroute” oluyordu. (s. 165). Türkler bu işlerden bir şey anlamıyordu ve bunları öğretmek için okullar da açılmıyordu. Böylece aralarında Müslüman bulunmayan (Avrupalı, Levanten, Rum, Yahudi, Ermeni) bir bankerler sınıfı ortaya çıktı. Bunların bir çoğu da çok mütevazi kökenden (“hademelikten, çıraklıktan” Zühtü Hoca) geliyorlardı. Oysa diplomalı Müslümanlar daha işe başlarken “bir masa, bir makam” istiyorlardı. (s. 164). (Yüz yıl sonra Demirel zamanında da Ermeni işadamı Şelefyan, işbirliği yaptığı Demirel’in yeğeni Yahya’yı çok görkemli ve masraflı bir büro kurduğu için eleştiriyordu!! T.T.).
Bu tekelciliğe karşı bir yorum üretildi ve gayrimüslimlerin etraflarında hep eş ve dost (crony) toplayarak Müslümanlara yolu kapadıkları, mesleği tekellerine aldıkları iddia edildi. Oysa Kazgan, bu bölümde Zühtü Bey’in bu iddiaya karşı verdiği bir örneği anlatıyor. Şöyle: Feylesof Rıza Tevfik, Abdülhamid zamanında tanıdığı bir polise neden ve nasıl polis olduğunu sorunca, o kendisine aslında kendisi çocukken Unkapanı’nda evladı olmayan bir Rum yağ tüccarının kendisine evlat muamelesi yaptığını, okuttuğunu, hesap ve “piyasa ahvali” konularında yetiştirdiğini, fakat yaşı gelip askerlik için köyüne gidince kendisine “sen bu halinle o çorbacının yanında çalışmaya devam mı edeceksin?” diye caydırıp polis olmaya teşvik ettiklerini anlatıyor. (s. 167).
1875 iflasını izleyen yıllar batılıların ödeme baskıları ile geçti. Ödemeleri düzene sokmak için önce Rüsumu Sitte Teşkilatı kuruldu. Bu örgüt, adından da anlaşılacağı gibi, borçların ödenmesi için altı verginin toplanmasıyla görevliydi. Rüsumu Sitte mukavelesi 22 kasım 1879’da Galata bankerleri ile hükümet arasında imzalandı ve başına da kısa sürede Romanya maliyesini düzeltmiş olan Mösyö Lang getirildi.
Burada TDV İslam Ansiklopedisi’nde Düyunu Umumiye maddesinin (Cevdet Küçük, Tevfik Ertüzün) ilgili kısmını alıntılıyorum:
“Hükümet, herkesin karşı çıktığı yabancı müdahalesine ve milletlerarası komisyon fikrine engel olmak için Sadrazam Tunuslu Hayreddin Paşa’nın başkanlığında 1 Ekim 1878’de bir malî komisyon kurdu. Osmanlı Bankası Genel Müdürü Forster ile Crédit Lyonais Müdürü Mercet’in de üye olduğu bu komisyon, devletin gerçek gelirlerini tesbit ederek bütçe yapacak ve bir düzen içinde borçların ödenmesini sağlayacaktı. İlk önce, savaş boyunca avans ve kredilerle hükümeti destekleyen Osmanlı Bankası ile Galata bankerlerine olan borçlar ele alındı. 9 milyon liraya varan iç borçların dörtte üçünü Osmanlı Bankası’na olan borçlar teşkil ediyordu. Alacaklıların hükümete verdikleri teklif kabul edilerek 22 Kasım 1879 tarihinde bir mukavele imzalandı. Buna göre bir miktar indirim yapıldıktan sonra 8.725.000 liraya düşen borç eşit taksitlerle on yılda ödenecekti. Hükümet, bu borcuna teminat olmak üzere altı adet gelir kaynağını on yıl süre ile alacaklılara tahsis edecekti. Alacaklılar da Rüsûm-ı Sitte İdaresi’ni kurarak müskirat, pul, İstanbul ve civarı deniz ürünleri rüsûmu, İstanbul, Edirne, Samsun ve Bursa ipek öşrü, tömbeki ve tütün inhisarından oluşan bu altı gelir kaynağını işletecekti. Rüsûm-ı Sitte İdaresi, hiçbir teminatı ve sorumluluğu olmaksızın bu gelirleri devlet adına idare edecek, yıllık borç taksiti olan 1.100.000 lirayı ödedikten ve masrafları düştükten sonra geriye kalan para ile de dış borçları ödeyecekti. Hükümet borcunu on yıldan önce öderse veya daha iyi bir ödeme planı hazırlarsa bu mukavele feshedilecekti.
Avrupalı alacaklılar, Rüsûm-ı Sitte Mukavelesi’ne büyük tepki gösterdiler. Batı basını, düşmanca ve alaycı ifadelerle mukaveleyi ve Galata bankerlerinin bu işi millî bir dava haline getirmesini şiddetle eleştiriyordu. Bütün bu tepkilere rağmen Galata bankerleri Rüsûm-ı Sitte İdaresi’ni kurarak başına da Romanya tütün idaresinin kuruluşunda başarı gösteren R. Hamilton Long’ı getirdiler ve derhal çalışmalara başladılar. Teşkilâtta 5714 kişi görev aldı; bunların sadece 130’u gayrimüslimdi”.
Kurumun başarılı işleyişi ve ilk yıl sonunda aldığı sonuçlar Avrupa’da kıskançlık ve öfke yaratmıştı. Kendi alacakları için de benzer bir kuruluş talep etmeye başladılar.
İşte Düyunu Umumiye idaresi de bu örgütün tecrübesi üzerine ve onu da içine alarak kuruldu. Bunun için de Avrupa’dan gelen tahvil temsilcileriyle 1880 sonları ile 1881 Eylül’ü arasında uzun görüşmeler yapıldı ve sonunda da 28 Aralık 1881’de Muharrem Kararnamesi imzalandı. Kararname kükümlerine göre Rüsumu Sitte İdaresi tüm yetkileri ve kapsamı ile Düyun’a terk ediliyordu. “Böylece Rüsumu Sitte İdaresi’nin sahipleri olan Galata bankerleri ve Osmanlı Bankası, Osmanlı Devleti’nden olan alacakları karşılığı altı önemli rüsumun gelirini cibayet ve tahsil işlemini alacaklarının Osmanlı Bankası tarafından itfası taahüdü ile Düyunu Umumiye İdaresi’ne devretmiş oluyordu” (s. 157). Böylece Rüsumu Sitte’nin Celal Bey Hanı’ndaki büro ve personeli de Düyun idaresine geçti. Ayrıca Rüsumu Sitte’nin vergi konularında iltizam tecrübesinden gelen yetkin bir taşra teşkilatı vardı. Ne var ki Düyun’a tahsis edilen gelirler Rüsum’dan çok daha kapsamlı olduğu için Devleti de aşan bir güce ihtiyaç duyuluyordu. Bu nedenle en üst kademeler için yurt dışından uzmanlar geldi ve Rüsum kadroları tenzili rütbe ettiler.