GANEM, Halil

ANASAYFA

GANEM, Halil; Educations des Princes Ottomans; Bulle (İsviçre), 1895.

Yazar Arap asıllı. Meclisi Mebusan’da Suriye milletvekilliği yapmış.

“Liselerde verilen eğitim sayesinde, Türk gençleri gitgide daha iyi eğitildiği ve manevi seviyeleri günden güne yükseldiği halde, Hanedan ailesinin üyeleri bu avantajdan yoksunlar. Böylece onlar için zayıf ve küçültücü bir durum ortaya çıkıyor.” (s.2) Aristokrat aileler çocuklarını öğretim için Avrupa’ya yolluyorlar. (s.3)

“Türkiye’de olsun, İran’da olsun hanedan ailelerinden tek bir kişi bile doğru dürüst Fransızca konuşamıyor, hiçbiri Fransızca yazamıyor.” (s.4) (Prensler “devlet mahpusu” gibi yaşıyorlar.) (s.14)

Sultan Mahmut reform dönemini açtı; fakat “açıklaması bize ait olmayan nedenlerle, tebaasına büyük bir cömertlikle sağladığı eğitimi kendi çocuklarından esirgedi.” (s. 14)

Prensler nasıl eğitiliyorlar? Beş yaşına kadar lala elinde kalıyorlar; sonra bir şeyh tutuluyor, dinin ve gramerin ilk ilkelerini öğretiyor. Sonra bir “yazı (hat, calligraphie) hocası yazı öğretiyor. Sonra da bir kâtip Arap ve Fars harfleri öğretiyor. Hepsi bundan ibaret! Eskiden olduğu gibi ulema okulunda “dini-siyasi” bir eğitim bile almıyorlar. Bu da yetersizdi; fakat espriyi ve karakteri bir ölçüde terbiye ediyordu. (s.14) “Sadece Hanedana saygımız prenslerin eğitiminin ne kadar ihmal edildiğini gösteren bazı olayları anlatmamıza engel oluyor.” (s.14) “İnsan yetiştirmede usta uzmanların yönlendirmesinden yoksun bir şekilde eski kroniklerle besleniyorlar; bir sürü ön yargıyla donanıyorlar ve bunlardan olgun çağlarında da kurtulamıyorlar.” (s. 15)  Haremde her türlü sefahatla tanışıyorlar.

Fizik eğitimleri de bundan iyi değil.

Bütün bunlar neden böyle? “Bunu toplumsal organizasyonun kötülüğü ile kör ve bilinçsiz Doğu despotizmi yaratıyor.” (s.16) Sultanlar çok mağrur; çocuklarının öğretimiyle uğraşmayı zül addediyorlar. (s. 17)

Saray cemaati: Uşaklar, onların uşakları ve onların uşakları. Cariyeler, odalıklar. Hepsi Sultan üzerinde etkili bir “çevre” oluşturuyor. (s. 21)

Les Sultans Ottomans; Paris, 1901-1902, 2 cilt.

II. Cilt:

III. Selim, Sebastiani aracılığıyla Napolyon’la temas halindeydi. İngiltere baskı yaptı; Boğazlara filo gönderdi; Sebastiani’yi kovdurdu. Fakat sonra da Fransa baskısıyla İngiltere’ye savaş ilan edildi. Ne var ki İngiltere sultanın zayıf tarafını biliyordu Ona karşı bir yeniçeri ayaklanması başlattı. İngilizlerin başkentte çok “dost”ları vardı. Komploda şeyhülislam ile hırslı ve hain biri olan kaymakam kullanıldı. (s.186) Napolyon, Selim’in düşmesinden sonra Rusya’ya Osmanlı Devleti’ni paylaşma önerdi. (s.192)

II. Mahmut:

Yeniçeri kırımı hakkında ilginç bilgiler. “Mısırlıların mevcudiyeti Sultan’ın tehlikesizce kırımı başlatmasını sağladı; fakat Navarin vakası bunu nasıl aceleye getirdiğini gösterdi; çünkü Edirne Anlaşması ile biten Rus Savaşı, yeniçerilerin yokluğunu korkunç bir şekilde ortaya koydu.” (s.204) “Yeniçerilerin yok edilmeleri Türkiye’yi despotizm belasına sürükledi ve hükümdarlarına tam bir dokunulmazlık sağladı.” (s.205)

Değerlendirmelere göre, İstanbul’da 40 bin, taşrada da 80 bin yeniçeri kırıldı. (s.205) “Rusya sevincini gizlemiyordu. Sultan onun en büyük düşmanını bertaraf ediyor ve bir sürü savaşı kazanmasının yolunu açıyordu. Gerçekte Rusya, bu sorun yaratıcı, fakat tartışılmaz bir askeri değere sahip birliğin yok oluşundan yararlanan tek güç oldu.” (s. 205-206)

II. Mahmut ulemaya karşı hücuma geçmeye teşebbüs edemedi. Gâvurlukla suçlandı. (s.206)

Abdülmecid:

Lübnan olayları. İngiltere Dürzileri destekliyordu. Fransa’nın Kırım Savaşı’ndan sonra artan nüfuzu ile mücadele ediyordu. “Genellikle Lübnan, Suriye ve Ceddah’daki kırımların Abdülmecid’e mal edilemeyeceği; bunların İngiliz ajanlarının kışkırttığı fanatikler tarafından yapıldığı konusunda genel bir kanı var.” Fakat karar sulatanın çevresinden çıktığı için o da suçlu sayılıyor. (s. 241)

Abdülmecit’in ölümü: “Sefahat içinde yıpranmış olan ve gitgide sıklaşan sinir krizleriyle sarsılan” sultan 1861’de Tahtı kardeşi Abdülaziz’e bırakarak öldü. (s.243)

Son derece müsrifti; Saray lüks içinde yüzüyordu; zamanında ülke Galata sarraflarına ve yabancı müteşebbislere terk edildi. Kızının Ali Galip ile düğünü devlete kırk milyon franktan fazlaya patladı ve devlet yüksek faizli yeni borçlar almak zorunda kaldı. (s.2449) Guizot, 1845’de Parlamento’da yaptığı  bir konuşmada Türkiye’de iki parti var; biri reform partisi diğeri ise fanatik parti (“Le vieux parti Turc”) demiş. İkisi İmparatorluğun her tarafında kavga halinde imişler. Kavga “eyaletlerde başkentte olduğundan da daha şiddetli”ymiş. (s.244)

Ganem, Gülhane Hattı ve Islahat Fermanı’nın pek uygulanamadığı konusunda İngiliz konsolosu Mr. Starkey’in raporundan aktarmalar yapıyor. “Hıristiyanların baş şikayet konusu olan mahkemelerde tanıklıklarının kabul edilmemesi sadece görünüşte ortadan kaldırıldı; çünkü o zamandan beri kurulan karma mahkemelerde Müslüman Hıristiyan üyeler arsındaki oransızlık öyle ki karar tamamen Türklere bağlı kalıyor.” (s.250) (masraflar da fakir halkın sırtına yükleniyor.)

Abdülaziz:

Sultan Aziz de çok müsrif. Ali Paşa’nın ölümünden sonra (veya o sırada) Rusya 1856 anlaşmasını feshedince Sultan çok korktu ve Rusya’ya yanaştı. Hidiv İsmail Paşa da bu politikayı destekliyordu; yakınları Rus elçisi İgnatiyef ile de dostluk ilişkileri içindeydiler. (s.264-265)

Kalfa Serkis, Saray için tek başına yılda bir milyondan fazla harcıyordu. Dolmabahçe ve Çırağan’da sultan, prensesler, odalıklar, hasekiler vb. 2000 kadar kadın yaşıyordu. Saray mutfakları da günde 500’den fazla koyun, 1500-2000 okka yağ tüketiyordu. (s.269)

Sultan çok dürüst biri olan Esat Paşa’yı sadrazam yaptı ve maliyeye bir düzen getirilmesi için bir komisyon kuruldu; fakat iktidardaki çete bunu devirdi ve yerine Mahmut Nedim Paşa’yı getirdi. Artin Dadyan da vezir (sous-secrétaire d’Etat) oldu. (s.269-270)

Hidiv İsmail Paşa İstanbul’daki temsilcisi Ermeni Abraham Paşa aracılığıyla altınlar saçıyor. Mısır’a (?) ve Avrupa’ya son derece pahalıya mal olan seyahatleri Abraham Paşa düzenledi. (100 milyonlara patladı) (s. 272)

Darbe ve Abdülaziz’in “öldürülmesi”. (s. 280)