BENOİT-BRUNSWİK

BENOİT-BRUNSWİK; Etudes Pratiques sur la Question d’Orient; Paris, 1869.

(Yazar 1830 doğumlu. 1854’den beri Türkiye’de bulunuyor. İstanbul’da İsraelit Okulu müdürü. Eser imzasız yayınlanmış, fakat kataloglara Benoit-Brunswik adıyla geçmiş.)

1860’ların mali durumu ve politikası hakkında ilginç bilgiler var. Bu sırada Osmanlı devlet adamları hep kapitülasyonlardan şikayet ediyorlar. Ali Paşa Paris Kongresi görüşmelerinde (24 Mart 1856 seansı) kapitülasyonların “hükümet içinde hükümet” olduğunu ve bunların “her türlü ilerlemeye aşılmaz bir engel oluşturduklarını” söylemiş.   (s. 183)  9 Ekim 1862’de yine Ali Paşa benzer görüşleri yinelemiş. Yazar Mémoire des Agents Financiers Ottomans à Paris (Ocak 1861) başlıklı bir belgeye dayanarak bir panorama çiziyor. Buna göre Türkiye’nin gelirleri senede 280-300 milyon frank. Bütçe 1857, 1858, 1859 yıllarında 750 000 sterling  açık vermiş. Borç senetleri: Eshamı Cedide, Hazine Tahvili, Eshamı Mümtaze, Galata Borçları (hipotekli), Kaime, Sergi. (s. 347) En ağırı Galata borçları. Bunlar 634 milyon kuruş = 5 milyon Livres. Borcun gerçek alacaklıları 40 milyon frank için Banque de France, gerisi İngiliz bankaları. Çünkü kredi “Türkiye ile Avrupa arasında devamlı çevrilen (yenilenen)” bir  borç halinde. (s. 346) Eğer Osmanlı “kağıtları” çevrilmezse büyük iflaslar olacak. Bu yüzden yazara göre reformlar desteklenmeli ve yeni kredi verilerek “mevcut çevrim tamamen tasfiye edilmeli”. (s. 348)

Yazar Osmanlı adaletinin şiddetli bir eleştirisini yaparak kapitülasyonları savunuyor. Osmanlı mahkemelerinde hıristiyanların tanıklığı kabul edilmiyor; davalar kamuya açık değil; işkence var; hakimler son derece cahil. (s. 190) Yapılan yolsuzlukları sayıyor ve “bunlar kapitülasyonların eseri mi?” diye soruyor. Reformların başlangıcından itibaren tek bir hakim hırsızlıktan (rüşvetçilikten) ötürü cezalandırılmamış.

Kapitülasyonlar Türkiye’de yaşayan yabancıları (résidents étrangers) vergiden muaf  kılıyor. Bu da şikayet konusu. Oysa kapitülasyonlar olmasa bunlar giderler ve Osmanlı geliri azalır.

Reformlarla ilgili 1869 protokolü inceleniyor. Nisan 1869 Memo’sunda kapitülasyonların verdiği “legal” haklarla suistimaller arasında bir ayrım yapılıyor. Buna verilen yanıtlar. (s. 200-202) Memo’ya göre iç ticaret yapanlar ve arazi sahibi olanlar vergi vermeli. Yanıtta 1740 kapitülasyonlarının birçok maddesi sayılıyor. 1861 ticaret anlaşmasının üçüncü maddesine göre yabancılar iç ticarette alırken ve satarken aynı durumdaki Osmanlı tüccarının vergisini ödeyecekler. (Yani Osmanlı tüccarın ödediği her vergiyi değil) (s. 207) Ali Paşa’nın kapitülasyonlara saldırırken haklı olduğu nokta: Bazı diplomatik misyonlar tüccarlara “berat” vererek onları (keyfi girişimlere ve müsaderelere karşı) koruyorlar, fakat bunu suiistimal ederek bir ticaret konusu yapmışlar. Bunu Batılı Devletler de kabul etti ve 1863’de bir anlaşma (Reglement) yapıldı. (s. 241) (1863 protokolünü J. de Testa 45 sayfalık bir broşürde eleştirmiş) 1869 Protokolü de Nisan’da hazırlanmış ve Haziran’da imzalanmış. (Rusya imzlamamış).

Osmanlı hıristiyanları refaha ulaşınca “eşitlik” fikri ortaya çıktı. Osmanlı hükümeti kapitülasyonlardan şikayet edeceğine ve kendi tüccarı üzerindeki yükü yabancılara da yüklemeye çalışacağına, kendi tüccarına daha çok ayrıcalık tanısın. Buna kapitülasyonlar engel değil. Kötü, yozlaşmış ve Avrupa taklidi bir “merkezileşme” yerine “cemaat”lara muafiyetler (affranchises) tanısın. Böylece daha iyi memurlar da bulur. (s. 265)

1867 Toprak mülkiyeti ile ilgili kanun ek olarak veriliyor. Emiriye (domaniaux) ve mevkufe (mainemorte) arazilere “tapu” ile tasarruf (possession) ediliyor. Bunların mirasçıları sekiz derece halinde belirtiliyor. Tapular yetkili organın izni ile satılabiliyor. Mülk arazilere “mülkname” ile sahip olunuyor. Bunlarda da aynı sekiz miras derecesi geçerli.

BENOİT-BRUNSWİK; Unité Islamique; Paris, 1871.

Bu eser de imzasız, fakat kataloglarda aynı adla geçiyor.

“Osmanlı Birliği” fikri eleştiriliyor. Bu fikir İtalyan ve Alman birliklerinden sonra çıkmış. Organı “La Turquie” ve bu “Türkiye’de uygarlığa karşı bir tertip”ten başka bir şey değil. Yazar şu çağrıda bulunuyor: “Bu kadar dürüst ve uyumlu Türk halkına din fikrinin hırs ve kendini beğenmişlik uğruna nasıl istismar edildiğini gösteriniz.” (s. 31)

BENOİT-BRUNSWİK; La Turquie: Ses Créanciers et la Diplomatie; Paris, 1875.

Yazar II. Mahmut’un reformlarını övüyor ve şunları yazıyor: “1840’a kadar reform ilerleme demekti; reformun güçlü düşmanları vardı, fakat halk tutuyordu, başarılıydı, sonuçları kalıcıydı. 1840’dan sonra (Yazar herhalde Tanzimat’dan sonra demek istiyor. T. T.) artık düşmanları yok, fakat halk artık onlara aldırmıyor.” (s. 67) Fark nereden geliyor? Sultan Mahmut ülkesini düşünüyordu; Sultan Mecid, Sultan Aziz ve paşaları devleti ve halkı değil Avrupa’yı düşünüyorlar. “Halkın iyiliği özlenmedi, onun sırtından yabancıların alkışları satın alındı.” (s. 67) Durum kötüleşince Kapitülasyonlara, yani “İmparatorluğun hayati çıkarlarının en iyi koruyucusu” olan unsura hücuma geçtiler. (s. 69)

Reform memurları ve paşaları eyaletlerde “sorumsuz” hale getirdi. Halkı soyuyorlar. (s. 72) Reformcular “öşürü ve mültezimi yok etmekten söz ediyorlar” Oysa bunlar manen alışılmış, kutsal hale gelmişler. Mültezimin yerine konacak memur aynı ortaklıklardan (polis-memur işbirliği) yararlanıp halkı ezecek. Aynî vergiden malî vergiye geçiş tefeciye yarayacak. (s. 77) Vergiler iltizam yoluyla yabancılara verilmeli. Gümrüklerde olduğu gibi. Gümrük iltizamı “körler ülkesindeki şaşı gibi” “model” olmalı. Avrupalı gümrük mültezimleri  “kimsenin itiraz edemiyeceği bir şekilde bir personel yetiştirdiler, gelenek yarattılar ve devlet de bu mirasa kondu.” (s. 80) Yabancıların kurduğu şirketlerle gümrükler için yapılan, öşür için, ağnam vb. için “memurların yiyiciliğine karşı” yapılabilir. Bu alanlarda “ülkenin refahı doğrudan kendi çıkarlarına olan alacaklıların himayesinde, reji idaresi şeklinde ortak çıkarlara dayanan şirketler neden kurulmasın?” (s. 80) “Yabancı ya da yetkinliğini kanıtlamış yerli idareciler tarafından yönetilecek bu şirketler polis ajanlarından kurtulacak tarım nüfusuna mutluluk sağlayacak, başka bir nesle bir örgüt, bir personel, yetkinlik, bir gelenek, tek kelimeyle Fransız Devrimi’nin Monarşinin genel mültezimlerinde (fermiers généraux) hazır bulduğu aygıtı hazırlayacak.” (s. 81) Yabancıların tarımsal girişimlerini hükümet hep önlüyor. Palgrave’in 27 Ekim 1870 tarihli raporundan şu görüşleri aktarıyor: “Tecrübe gösteriyor ki Osmanlı idaresinden ve özellikle maliye memurlarından ve mahkemelerdeki hakimlerden  tamamen bağımsız olmadıkça, bugünkü koşullarda hiçbir yabancı teşebbüs başarıya ulaşamaz, hatta mevcut bile olamaz. Oysa biliniyor ki Bab-ı Ali toprak kaynaklarını geliştirmek için gelen her türlü sermayeyi kıskanç bir elle itiyor ve yasama etkinliğinin yabancı unsuru dışlamaktan başka bir amacı yok.” (s. 82)

Reformlarla ilgili memo’lar veriliyor. (Yabancı devletler, vezirler vb.) Hepsinde reformların kaçınılmaz olduğu ortak nokta..

13 Nisan 1845 (7 Rebi’ül Ahır 1261) tarihli Bab-ı  Ali  sirküleri: Vilayet ve kazalardan gelen eşrafla yerel planda neler yapılabileceği konuşuluyor. Bunlardan Anadolu ve Rumeli için on tane “Meclis-i İmariye” kuruluyor. (s. 127) Sonra tekrar taşraya dönüp araştırma yapacaklar.

Sir Henry Bulwer Ali Paşa’ya notunda adeta bir sömürge idaresini öneriyor: Yeni borçlara garanti olarak kurulacak bir ortak komite madenleri, ormanları, devlet topraklarını vb. kontrol edecek, vakıfları statüsü değişecek… Komitede mutlaka bir Fransız ve bir İngiliz bulunacak. (s. 131) Bulwer “yabancıların yardımı olmadan sağlam temellere dayanan bir idare asla kurulamaz; yeni neslin (“race” sözcüğü kullanılıyor) yardımı olmaksızın işler asla enerjiyle yürütülemez.” Ali Paşa’nın yanıtı: 28 Ağustos 1860. Gerekli olan (yeni) borç için İngiltere ve Fransa’nın iyi niyeti bekleniyor. Mali reform yapmak için bir “Hazineler Yüksek Konseyi” kurulmuş. Ali Paşa buna ücretlerini biz ödeyerek bir İngiliz ve bir Fransız katalım diyor. (s. 138)

Pera ve Turquie gazetelerinden, köylülerin (daha çok Bulgar) neler çektiklerine dair alıntılar var.

Benoit-Brunswik’ten “Osmanlı Irkı”na övgü: “Eski bir üstünlük, işleri yürütmeye alışkanlık, belli bir içgüdüsel kuvvet ve incelik Osmanlı ırkını, eğer heryerde yapıldığı gibi  iktidarı ele geçirmek ya da korumak zahmetine katlanırsa, İmparatorlukta başka hiçbir ırkın rekabet edemeyeceği bir konuma sokuyor.” (s. 133) (Burada “ırk” sözcüğü Osmanlı yönetici zümresi için kullanılıyor. Bu fikir başka bir çok -ve çoğu Osmanlılara hiç de sempati duymayan- Batılı gözlemciler tarafından da ileri sürülüyor. T. T.)

BENOİT-BRUNSWİK; La Crise Financière de la Turquie; Paris, 1874.

1873 borcuna karşı Galata ve İngiltere isteksiz. Fransa’da “yarı-başarı”..

“Vakıfların, İmparatorluğun bu sözde Kaliforniya’sının laikleşmesi öldü. Artık bir daha canlanmaz.” (s. 21) Yazar bu konuda Courrier d’Orient’da çıkan (31 Aralık 1873) makalesini koymuş. (S. 68-77)

Mali krizin temelinde gelir toplama dönemi ile sarf etme dönemi arasındaki uyumsuzluk yatıyor. Açık, Galata Sarraflarına başvurularak kapatılıyor. Oysa aslında açığın temelinde gereksiz (ve çoğu lüks) harcamalar ve yiyicilik var. (s. 58). Bir seraskere sormuşlar: Neden ordu sayısının altı misli tüfek ısmarladın? Yanıt: Tasarruf olsun diye. Çünkü yerimde başka biri olsa on mislini ısmarlardı..(s. 59) Zengin Türkler Osmanlı  borç kağıtlarından almıyorlarmış…

Yabancılar vakıfları toprak mülkiyetinin tamamlayıcısı olarak görüyorlar. Sermaye getirip, toprak alıp tarımı geliştirecekler ve kârlar sağlayacaklar. Oysa bunlar yanlış. “Vakıfların laikleştirilmesi, toprakların satılması söz konusu değil” (s. 70). Her vakıf bir vasiyetname ya da vakıfnameye dayanıyor. “Bu vakıfnameler Şer’i Kanunun öngördüğü belli durumlar dışında ilga edilemezler.” (s. 70) Meselenin özü toprakta tasarruf sahipleri mülkiyet sahibi değil. Raşid Paşa’nın hazırladığı İrade’nin tek amacı “toprakta tarımın gelişmesine engel oluşturan bu çoğul tabiyete son vermek, onu tasarruf edenlere mülk sahibinin bütün haklarını ve niteliklerini vermek, tamamen dini statüdeki toprak mevzuatını laikleştirmek, tek kelimeyle vakıf malları mülk mal haline getirmek (idi).” (s. 71)

Tanzimat paşalarına ağır eleştiri. Yazara göre Mustafa Reşit Paşa bir “paşa yönetimi” getirerek yeni ve kötü bir çığır açtı. Kendisi de bir diktatör oldu. Yiyicilik yaygınlaştı. Yapılması gereken şey Osmanlı Bankasını iyice örgütlemek, tüm eyaletlerde şube açmak ve tüm borç karşılıkları gelirleri Osmanlı Bankası’nda toplamak. Böylece sarraflar fiilen devreden çıkarılmış olacak. Çünkü onlara garanti olarak verilecek “bons-havale” kalmayacak. (s. 62) Emperyal Banka’nın “İngiliz Şirketi” oluşu ve İngiliz mahkemelerine sorumlu bulunuşu Osmanlı devlet adamlarının sahteciliklerine set çekecek. (s. 62)

Yazardan yeniçerilere övgü: “yeniçeriler halkı zulmedicilere karşı sık sık korudular…Siz de reformların yeniçerileri olun!” (s. 65) (Bu fikirler II. Mahmut övgüsü ile nasıl bağdaşıyor?)

BENOİT-BRUNSWİK; La Banqueroute Turque; Paris, 1875,

Osmanlı Devleti’nin 1876 Ocak sonuna kadar 7 000 000 sterling (175 000 000 frank) borç ve faiz ödemesi lazım. Fakat “Reşit Paşa’nın başlattığı ve Ali ve Fuat Paşa’ların yerleştirdiği kötü bir uygulama bütün inisiyatifi sadrazama veriyor ve diğer tüm nazırları basit memur konumuna sokuyor.” (s. 14-15) Mahmut Paşa’yı beğeniyormuş ve ondan sultanın savrukluğuna bir gem vurmasını beklemiş. Fakat nafile!. (s. 18)

3 Ekim 1875’te borç faizleri inecek diye söylentiler çıkıyor. Mahmut Paşa yalanlıyor. 6 Ekim 1875’te Osmanlı gazeteleri resmi beyanat yayınlıyor. Osmanlı bütçesi 5 milyon lira açık vermiş. Bu borçla kapatılamaz. Bu durumda Hükümet borç kuponlarının karşılıklarının yarısı ödenecek. Yani bu tarihten sonraki beş yılda senetlerin faizlerinin yarısı nakden ödenecek, yarısı için de % 5 faizli tahviller verilecek. Bu tahviller beş sene yürürlükte kalacak. Sonra ne olacak? Bilinmiyor! İç ve dış borçların faiz ve amortismanı 14 milyon lira tutuyor. Bu durumda yarısı (yedi milyon lira) iç ediliyor izlenimi doğuyor! Bir müsadere havası var. (s. 25) Büyük bankerler Mahmut Paşa’yı sıkıştırıyorlar.

10 Ekim 1875’te yeni bir açıklama yapılıyor. Ödenmeyen “yarı”nın nasıl ödeneceği açıklanıyor. Karşılık olarak gümrük, tuz, tütün ve Mısır Eyaleti vergisi gösteriliyor. Fakat yazar bu tahvillerin 1881’de de ödenemeyeceği kanısında. (s. 45)

II. Mahmut’un olumlu bazı girişimleri hatırlatılıyor. Mahmut Paşa ve memur zümresi suçlanıyor. (s. 45-46)

BENOİT-BRUNSWİK; La Vérité sur Midhat Pacha, Paris, 1877.

Midhat Paşa sürüldükten hemen sonra ve onu iyice gözden düşürmek için kaleme alınmış. 6 Ekim (moratoryum) kararında büyük rolü olduğu inancında. Yeniçerilerin kırılmasından sonra yavaş yavaş kurulan ve “kanundan daha güçlü, hatta Sultanın iradesinden daha mutlak bir idari korporasyon otokrasisi”nin ürünü. (s. 6)

Liberalizmi sahte. 1872’de, ilk sadrazamlığında, bir gazete rüşvet aldığını ima eden bir başlık atınca kapatılmış. Dini liberalizmi de yapay imiş. Yazar Paşa’nın “atalarımız hıristiyanları müslüman yapmadı” diye üzüldüğünü not ediyor. (s. 5)

Rusçuk Vilayetinde ıslahathane, yetimhane ve “café-chantant” açtırmış. Fuad Paşa 1867 Sergisinden dönünce onu Şurayı Devlet’in başına getirmiş. (s. 8)

Midhat Paşa savaş kundakçısı olarak yeriliyor. Sürüldükten sonra, Fuat Paşa gibi, vakur bir şekilde susmasını bilmedi. Vasiyetnemesi (?) tamamen uydurma. (s. 2) Yazar Blue-Books’a dayanarak Midhat Paşa’nın Konferans’ın önerilerini reddetmesini eleştiriyor.  Bunlar belki ideal değildi; fakat Türkiye zaman ve özgürlük kazanıp ıslahat yapacaktı. (s. 14) (Bkz. Blue Books, Turkey. No: 2, 1877, No: 163, 224, 138) Midhat Paşa Konferans’ın önerilerini “İmparatorluğun Bağımsızlığı” için reddetmiş. Örneğin yabancı elçilerin üç eyalete beş yıl boyunca azledilemez valiler seçmesi buna bir örnek. Fakat aynı Midhat Paşa Lord Salisbury’ye  “Sultan tarafından ilan edilen Anayasa’nın uygulanmasının Bab-ı Ali ile Düvel-i Muazzama arasında anlaşma konusu olacağının aynı güçlerin bilgisine sunulmasını; Türk nazırlarının geliştirdiği taşra idaresinin, Büyük Devletlerin rızası alındıktan sonra, aynı Anlaşmada’da genel planın bir parçası olarak kabul edilmesini; böylece Sultan’ın tebaasına bahşettiği bütün reform sisteminin, uygulanmalarına nezaret etmeye hakları olacak biçimde Büyük Devletlerin garantisi altına alınmasın önermişti. (s. 18) Böylece Midhat Paşa üç eyalet için kabul etmediği bir şeyi tüm imparatorluk için kabul etmiş oluyordu. (Bkz. Blue Books, No:260. Mémo; Foreign Office, 13 Ocak 1877) Lord Derby bu öneriyi kabul etmedi. İngilizler İgnatief’e bildirdiler o da kabul etmedi. Odyan efendinin Londra misyonu bu öneriyi kabul ettirmek için mi yapıldı? Başarıya ulaşmadığı için Midhat paşa ülkeyi savaşa sokmak mı istiyor? (s. 21)

Yazar Midhat Paşa’nın iktidara kendi kliğini getirmek istediğini örneklerle açıklıyor. Sultan’ın izni olmadan Başkent’te bir “Muhafız Alayı” (Garde Nationale) kuruyor. “Başkent’in garnizonunu, polisini, esnafını ve Sultan’ın askeri evini (?) kendi adamlarının eline verme iddiasıyla nereye varmak istiyordu? Amacı neydi?” (s. 33) 1875’te softalar İstanbul ve Beşiktaş’ta “programlı isteriz!” diye sokaklara dökülmüşler. (S. 38) Yazarın sempatisi, ölçülü bir şekilde, Abdülhamit’e gidiyor. Midhat Paşa’yı cürümler işlemiş biri olarak sunuyor.

Eğitimle ilgili olarak Benoit-Brunswik şunları yazıyor: “Devlet idaresi için bilgili ve yetenekli memurlar yetiştirmek isteyen Sultan, bir gün, masraflarını kendi karşılamak üzere özel bir okul açılmasını emretti ve eğitim ve örgütlenme programlarını yapması için de Ahmet Vefik Paşa’yı görevlendirdi. Sadrazam itiraz ve müdahale etti;  zira, Midhat Paşa bu hakkın ve ihtimamın Meclisi Mebusan’a ait olduğunu söylüyordu. Başka türlü davranmak, Meclislerin uygun oyunu beklemeden bir okul açmak ve örgütlemek Milli Temsilin yetkilerini çiğnemekti. Aynı mantıkla, insan kıtlığının en iyi kararların alınmasını önlediğine inanmış olan Sultan Anayasa’nın vaat ettiği tüzük ve kanunları çıkarmak için kurulmuş komisyonlara ülkede oturan yabancılardan yetenekli ve iyi niyetli olanların da katılmasını isteyince, yine Sadrazam Anayasa ve ulusal onuru öne sürerek itiraz etti.” (s 27-28)

(Bu son paragraf yazarın neden Mithat Paşa’ya kızdığını ve Sultan Abdülhamit’i tuttuğunu ortaya koyuyor. T.T.)