BARRAULT, EMİLE

BARRAULT, EMİLE; (CADALVENE, EDMUND de); Deux Années de l’Histoire de l’Orient 1838-1840; Paris, 1840. (2 cilt)

(Diğer bir ortak kitapları: “Histoire de la Guerre de Mehemed Ali contre la Porte Ottomane en Syrie et en Asie Mineure 1831-1833; Paris, 1837.)

Pierre-Ange-Casimir-Emile Barrault (1799-1869) Paris’li. Saint-Simon’cu bir öğretmen. Bir grup arkadaşıyla birlikte (Taibout Konferanslarında) Saint-Simon’un fikirlerini yaymaya çalışıyor. 1832’de İstanbul’a gitti. Orada kadın erkek eşitliğine katkıda bulunmaya çalıştı. Fakat Sultan hemen onları İzmir’e sürdü. (15 Aralık’ta geldiler; 23 Aralık’ta İzmir’e gönderildiler.) Bir süre İzmir, İstanbul, İskenderiye arasında dolaştı. Odesa’ya gitmek istediyse de polis onu sokmadı. 1848’de Paris’e döndü. 1849’da Meclis’e seçildi. Bir ara da Cezayir’e kolon olarak yerleşmek ve tarım yapmak üzere başarısız bir girişimde bulunmuştu. Napolyon’un darbesine karşı çıktı. Hep cumhuriyetçi olarak kaldı.

Birçok kitabı bulunuyor. Guerre et Paix en Orient; Paris, 1836; Occident et Orient, Etudes Politiques, Morales, Religieuses Pendant 1833-1834 de l’Ere Chrétienne (1249-1250). Bir de Süveyş Kanalı ile ilgili eseri bulunuyor. (1856) Barrault, Cezayir halkı temsilcisi olarak Meclis’e girmiş. II. Napolyon’un sömürgeciliğini destekliyor.

Diplomatik gelişmelerle ve yeniçeri kırımı hakkında ilginç bilgiler var.

İngiliz Elçisi Ponsonby Osmanlıları Mehmet Ali Paşa ile savaşa kışkırtıyor. Fakat yardım vaat etmiyor. Osmanlı ordusu komutanlığına da İngiliz tabiyetine geçmiş Polonyalı subay Schranowsi’yi geçirmek istiyor. Bunu tam başarırken Rusya, Prusya aracılığıyla önlüyor. (I, 155-156)

Hüseyin Paşa yeniçerileri katletti; Hüsrev Paşa de kalıntıları temizledi. “Serasker ve İstanbul valisi olarak, (Hüsrev Paşa) bir eliyle, sessizce  bütün gayrı memnunların katıldığı yeniçeri partisinin komplolarını önlerken, öteki eliyle de Nizam’ı teşkil etti.” (yardımcıları arasında “zorunlu Fransız onbaşısı M. Gaillard”)  (s. 266) Yeniçerilerden “demokrasinin silahlı temsili” diye söz ediliyor. (s.267)  Ve “büyük feodalite” yani derebeyleri. Bu iki güç de yok edilinde “ulemanın manevi muhalefeti sükuta irca edildi.” (s.267)

Yeniçeri kırımından sonra II Mahmut kendisini alkole vermiş. (I,288) Yazarın kendisi Mevlevi(?); ulema ve yeniçerilere karşı. “Kitle olarak İmparatorluğun savunucuları olarak ilan edilen Yeniçeriler bireysel olarak cezalandırıldılar; şefleri Saray Hazinesi’yle satın alındı..” (I;17) “Mahmud için, dış düşmalardan çok, dikkatli ve katı bir zabıtayla iç düşmanları yenmek söz konusu olunca ilk rol Hüsrev’e geliyordu.” (s. 267) Kafkas kökenli, kölelikten gelme Hüsrev için “ Nizam ordusu bile sadece vezirlik mevkiini korumak aracından başka bir şey değildi. Dereceleri ve madalyaları istediği gibi dağıtıyordu… Her yere taraftarlarını yerleştiriyordu ve ihtimamla yetiştirdikten sonra azat ettiği ve evlat edindiği eski memluklarını, yani kölelerini önemli mevkilere getiriyordu.” (s. 269)

Osmanlı ordusunun Mehmet Ali karşısındaki mağlubiyetinden sonra müzkereler. Rus temsilcisi general Muravieff Osmanlılara yardım vadiyle İstanbul’a geldi. (s.285) Rusları Muravieff; İngilizleri John Mandeville; Avusturya’yı Baron d’Ottenfels; Almanya’yı da Baron Martens temsil ediyorlar. Rusya Sultan üzerinde, Fransa ise divan (yüksek yöneticiler) üzerinde etkili. (s. 332-333) Fransa ikili bir oyunla hem Mehmet Ali’yi hem de Osmanlıları destekliyor. Rus subaylarının Sultan Mahmud üzerindeki etkisi halkta çok olumsuz bir etki yapıyor. (s.334) Hüsrev Fransızları tutuyor. Rus dragomanı Antoine Franchini’nin ölümü bir hadise oluyor. (s.340) Rum dragomanı Logotheti, Sultan ile Ruslar arasında aracılık yapıyor. (s.348) O da Sultan üzerinde etkili.

“Türkler uzun süredir gözlerini Mehmet Ali Paşa’dan yana çeviriyorlardı.” “Sultan Mahmut’a karşı memnuniyetsizlikleri, Mehmet Ali’nin yarattığı umutlarla ateşleniyordu.” (s.423) “Bu anda Osmanlıların bütün dilekleri Mehmet Ali idi ve bir çeşit genel oyla güvenlerini kazandığını söylerken haksız değildi; bu durumda o da ırkına özgü kanının kaynadığını hissetti  ve sultanın karşısında halkın çıkarlarının ve haklarının savunucusu olarak çıktı. Birlikte galip geldiği Arap halkı gözünden silinmişti, ya da bir silah olmanın ötesinde bir şey ifade etmiyordu.” (s. 424)

Fakat Türkler Mehmet Ali’yi  “geri duygular”la istiyorlar. “İstanbul’da ancak tüm geri duyguların temsilcisi olarak tahta çıkabilirdi… Sadece Yunanlıları bastırmak için Mısırlıları bekliyorlardı. Böylece, Mehmet Ali’nin gerek cüreti gerekse ihtiyatsızlığı yüzünden Mahmut reform fikrinde her zamankinden daha kararlı oldu.” (s. 425) Mehmet Ali’nin Osmanlı tahtına çıkması halinde başarılı olması çok şüpheliydi. Özgürlükleri için o kadar çalıştığı Arapları yeniden Osmanlı hakimiyetine sokmaya çalışacaktı. (s. 428)

Guerre de Mehmed Ali contre la Porte Ottomane; Paris, 1837.

Aynı yazarların başka bir kitabı.

Sultan II. Mahmud’un çifte kırımla (yeniçeriler ve derebeyler) manevi itibarını yitirdiği kanısındalar. Bu arada ulemanın da ruhani etkisi zayıflıyor.  Yeniçeriler “demokrasinin silahlı temsili” olarak niteleniyor. (s. 267) Derebeyler ise “büyük feodalite” olarak adlandırılıyor. (s. 267)

Hüsrev Paşa hakkında ilginç bilgiler var. Kölelikten gelme. Dış düşmana güçsüz; iç düşmana amansız. Yunan ayaklanması sırasında kaptan paşa olan Hüsrev Paşa bir yıl içinde dört yenilgi ile Yunan üstünlüğünü sağladı. (s. 263) Yeniçeri kırımında da rol oynadı; sonra da bir Fransız onbaşının yardımıyla askeri reformlara katıldı. II. Mahmud çok beğeniyormuş. (s. 264) Yeni kurulan Nizam ordusunu da kendi çıkarları için kullanıyor; istediği gibi rütbe dağıtıyor. Kendi kölelerini en üst mevkilere getirdi. (s. 269)

Mouraviev, Mehmet Ali’ye karşı Osmanlılara yardım için geldi. Sultan üzerinde etkili oldu. Fakat bu durum halkta olumsuz etki yaptı. (s. 332-333) Fransa Divan ve Hüsrev’i elde etmiş; ikili oynuyor.

Memnuniyetsiz Türkler Mehmet Ali Paşa’ya umutla bakıyorlar. (s. 423) O da yurtsever ve halkçı bir tutum takınıyor. O anda Arapları sadece asker olarak görüyor. (s. 424) Fakat Türkler onu Rumları ezecek güç olarak görüyorlar ve ondan bunu bekliyorlar. Bir reformcu olarak şansı pek yoktu. (s. 438)