
BABİNGER, Franz; Mahomet II, le Conquérant et son Temps;
Paris, 1954. (Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı; İstanbul, Oğlak yayınları, 2003).
Babinger (1891-1967) Almanya’da yetişmiş en önemli oryantalistlerden (Osmanlı araştırıcılarından) biri. Osmanlı tarih-yazıcılığı hakkındaki eseri bu alanda “klasik” (“Standard bibliographic review”) olarak niteleniyor. Fatih Sultan Mehmet ile ilgili eser de alanında ilk adı geçen çalışmalardan biri. Çok sayıda yabancı dile çevrilmiş bulunuyor. ABD’de Princeton Üniversitesi yayınları arasında çıkmış. Yazar Berlin Üniversitesi’nde okumuş ve kariyerini de orada yapıyor. 1933’te Naziler iktidara gelince istifaya zorlanıyor. Ona Rumen Tarihçi Yorga Bükreş Üniversitesi’nin kapılarını açıyor ve Babinger 1943’te, işgal edilen ülkeden kovulana kadar orada çalışıyor. Ülkesine ancak 1948’de dönebiliyor ve 1958’e kadar Munich Üniversitesi’nde çalışıyor. Bu arada 1957 yılında da Romanyalı Yahudilere yapılan zulümler konusunda tanıklık yapıyor.
Fatih’le ilgili eserini kaynaklarını vermeden yayınlıyor. O kadar zengin kaynaklar üzerinde çalışmış ki, bunları ek bir cilt olarak yayınlamak istemiş ve bu çalışmayı yaparken hayattan göçüyor.
Yazar bu çalışmasında Fransızca çevirinin önsözünde en çok İtalyan kitaplık ve arşivlerinden yararlandığını söylüyor. (s. 9)
II. Murat 1438’e doğru devşirme sistemini kurdu. Daha hayatta iken devşirmeler önemli yerlere gelmeye başladılar. (s.16)
L. von Ranke’ye gönderme yaparak, feodal sisteme dayanan askeri güç olarak nitelediği Tımarlı sipahilerin temel güç olduğunu ileri sürüyor. (s. 17) (Bizanslı tarihçi Chalcocondyles Osmanlı ordusunu çok övüyor, diyor Babinger) Çok veri yok, ama, XIV. yüzyıl sonlarında Tuna kıyılarında (Güney Sırbistan’da), Makedonya’da, Teselya’da feodal aileler belirmiş. Aynı aileleri, bir çok yüzyıl sonra dahi görmek mümkün. 1430’da “Venedik ticaretinin Doğu’da en önemli antreposu olan” Selanik alınıyor. (s.20) (Michel Dukas İstanbul’un düşeceğini o zaman anlıyor).
II. Murat Venediklilere tüm topraklarında ticaret hakkı verdi.
Fatih’in hangi cariyenin çocuğu olduğu belli değil; bu önemli, çünkü Fatih’in doğuştan gelen birçok özellikleri annesinden alınmış. Babasındaki ve dedesindeki çok övülen “beşeri kaliteler” kendisinde bulunmuyor. (s. 22)
1439’da devşirme İshak Paşa yerinden alınıyor, Çandarlı Halil getiriliyor. İshak Paşa ikinci, Zaganos Paşa üçüncü vezir oluyor. Devşirmelerle eski Türk aileleri arasında müthiş rekabet ve çekişme var. (s.25)
Sırp Krallığı’nın işgali. (Türkler “yağmacı çeteler” diye geçiyor.) (s. 31) Bir “Türk casusluk ağı” tüm Balkanları tutmuş; hatta Macaristan ve Almanya’yı da kapsıyor. (s.35)
II. Murat, oğlu Ali Çelebi öldürüldükten sonra Mehmet Çelebi’ye Ahmet Kurani’yi hoca tayin etti. Eski kaynaklara göre, eline de, gerekirse kullanılmak üzere bir kamçı verdi. (s. 37)
Vergi olarak haraç (capitation), mera vergisi ve öşür alınıyor. Fakat bunlar Balkan halkını eskisinden daha kötü yapmıyor. 1432’de (De la Broquiėre’e göre) sadece ‘haraç’tan 25 000 düka geliyor. Çöküş ve zulüm XVII ve XVIII. yüzyıllarda başladı. (s.40)
II. Murat’tan övgü ile söz ediliyor. “Adalet duygusu dolayısıyla hasımlarının bile saygısını kazanan hükümdar” olarak niteleniyor. (s. 40) 1432’de Cenevizliler İstanbul’a hücum etmişler. İstanbul’un fethi planını destekledikleri konusunda yaygın bir inanç var. (s.41)
1440’larda Edirne’de Hurufi hareketliliği var; bunlar Bektaşileri ve yeniçerileri de etkiliyorlar. Bu bölgede XVII. yüzyıla kadar İslamla Hıristiyanlığı uyum haline sokacak din adamları çıkıyor. (s.50) (Şeyh Bedrettin ile bir gün ilişki kurulursa kimse şaşmasın). Hurufiliği İran asıllı Fadlallah d’Asterabad yayıyor. Genç Mehmet II. de sempatik bakıyor. (s. 50) Bu sıralarda Haçlı donanması Çanakkale Boğazı’na doğru geliyor. Cenevizliler Osmanlılara yardım ediyor; gemiyle –adam başına bir altına- Avrupa’ya adam taşıyorlar. (s. 53)
Murat II, Varna’dan sonra neden çekildi?
Herhalde bunda Eski Türkler ve dönmeler kavgası da rol oynadı. (s.58) Sonra Halil Paşa’nın düzenlediği darbe ile tekrar iş başına geldi. II. Mehmet’i hiç sevmemiş olan yeniçeriler sevindiler. (s.53) II. Murat çok sevilen, Mevlevi eğilimli bir sultan. (s.82) Bizans tarihçileri de (Kalkokondil, Dukas) II. Murat’ı çok övüyorlar.
Kosova’da Jean de Hunyad’ın orduları yeniden yenildiler. Macar aristokrasisinin çiçeği telef oldu. Türk kayıpları kroniklere göre çok daha fazla. Macarların ateşli silahları daha iyi. Türkler kitleden kazanıyorlar. (s.74)
II. Murat’ın ölümü on üç gün halktan saklandı. (s.85) Kardeş katli henüz kanunlaşmadan küçük kardeşi Ahmet Çelebi’yi boğdurttu. (s.86)
Yeniçeri ayaklanması: İlk kez bir Sultan, iktidara gelince mecburen Yeniçerilere para dağıtıyor. (s. 92) Bu arada Bizanslılar da Prens Orhan diye birini rehin almışlar; “bırakırız; taht kavgası çıkar!” diye tehdit ediyorlar. (s.93)
Para kıymetinde önemli düşüşler oluyor. Devlet Hazinesi güçlükler içinde; II. Mehmet çok açgözlü (cupide). Yeniçerilerin masrafı 28 bin ‘düka’yı buluyor. (s.95). On yılda bir para bastırıyor. Gümüş sarrafları eski para toplayanları soyarak çok para kazandılar. (II. Beyazıt sadece bir kere devalüasyon yaptı; sonra –Yeniçerilerin ısrarı ile- bir daha hiç yapmadı.) (s.95)
Boğaz Hisarı Venediklileri ve Cenevizlileri dehşet içinde bıraktı. Bütün Doğu ticareti söz konusu. Muhtemelen Transilvanya kökenli olan Urbain Bizans’tan kaçmıştı. Topları o yaptı. Çandarlı Halil Paşa “gâvur ortağı” lakabını kazanmış. (s.105) Latinler İstanbul’un alınmasına çok önemli katkıda bulundular. Urbain’in katkısı Iorga’nın iddia ettiği gibi mutlak değil. (Iorga, Urbain’i Rumen sayıyor.) Yahudi doktor Iacopo de Gaete 1452’den beri İstanbul’da. Sultan üzerindeki etkisi tam bilinmiyor. Murat II zamanındaki Yahudi doktor İshak Paşa’nın yerini almıştı. İstanbul’un en fazla 6 000 Rum, 3 000 de (Venedikli ve daha çoğu da Cenevizli) yabancı askeri var. 1453’de nüfusu 30-36 bin (en fazla 50 bin) tahmin ediliyor. Halil Paşa’nın Rumlara bilgi verip hediye aldığı söyleniyormuş. Zaganos Paşa ve özellikle Şeyh Akşemseddin heyecanı tahrik ediyorlar. (s.114) Bir iddiaya göre de Galatalı Cenevizliler Türklere bilgi vermişler. (s.115)
Fetihten sonra Lucas Notaras oğlu ve damadı ile idam edildi. Bizansta “Türk türbanı görmeyi yeğlerim..” diyen din adamı. Notaras’ın büyük serveti de bu idamda rol oynamış..(s.124)
Yağmaların “değer”i hesaplanamadı. Calchocondile’e göre altınlar bakır fiyatına satıldı.
Fatih, Cenevizlilerle kuşatma sırasında anlaşmış. Ceneviz elçiler yollamış. Fatih onlara Rumlara yardım etmeyin demiş; onlar da buna uymuşlar. (s.127) Sonra da Galata halkının hakları ve ayrıcalıkları onaylandı. (s.127) (Çocukları da yeniçeri yapılmayacak). Fetihten bir buçuk ay sonra Halil Paşa idam edildi ve 120 bin düka altını müsadere edildi. Yazar “Çandarlı hatasını hayatıyla ödedi” diyor. (s. 128)
Fatih Venediklilere Cenevizlilerden daha cömert davranmış. 1454’te anlaşma yapılıyor. Venedik etkisiyle Doğuda’ki ticaret bürolarından (comptoir) çoğunu kapattı. (s.135)
Venedikli Iacopo de Languschi’in betimlemesine göre Fatih güçlü bir yapıya sahip, boyu ortalamanın üstünde “görünüşü saygıdan çok dehşet uyandırıyor.” Bir İtalyan’a ve bir de Ciriaco d’Ancône adlı birine hep tarih kitapları okutuyor: Laerce, Herodot, Tite-Live, Quinte-Curce, Papalık kronikleri, İmparatorluk kronikleri, Fransa kralları kronikleri vb. (s.136) İskender’e özeniyor. Kendisini Türkçe, Rumca ve Slavca ifade edebiliyor. (s.135)
Şeyh Akşemseddin’e göre Peygamberin bayraktarı Eyüb’ün gömüldüğü yere Cami yaptırıyor. Burada Sultanlar tahta çıkma merasimi yapıyorlar. Fakat tarihçilere göre bu Eyüb’ün mezarı bir efsaneden ibaret. (s.136)
İstanbul’un fethinden sonra bir sürü alim Avrupa’ya gitti ve özellikle İtalyan prenslerinin saraylarını doldurdu. Başta çok itibar gördüler; fakat kısa zamanda gözden düştüler; çoğu İstanbul’a döndü. Buna rağmen az sayıda Bizans alimi Batı’da Eski Yunan’ın tanınmasında ciddi bir katkıda bulundular. (s.140)
Balat Yahudileri fetihten sonra çöle dönmüş şehirde “hayatını devam ettirmeyi başaran nadir insanlar arasında idiler.” (s. 143) Fatih’in hahambaşı Moché Kapsalı’ya “Rum Patriğine göre öncelik tanıdığı” söyleniyor. (Kapsalı’lar ünlü bir alim ailesi. XVI. Yüzyılda Elia Kapsalı İbranice bir Osmanlı tarihi yazdı.) Osmanlı Devleti Yahudi cenneti oldu ve Almanya’dan gelen Yahudiler de bu duruma hayran kaldılar. (s. 144) 1454’de Alman kökenli İsaac Sarfati Renan, Moravia, Souabe, Macar Yahudilerini davet etti; Almanya’dan kitle halinde gelenler oldu. (s. 144)
Batı’da Haçlı seferi hazırlıkları. Mehmet II. denizlere de egemen olmak için bir donanma yaptırdı. (s.185)
Fatih’in Floransalı casus, maceraperest ve kronik yazaru Benedetto Dei ile görüşmeleri. (s.219) (Bu görüşmeler on yıldan fazla sürdü.) Ona Sezar’ı, İskender’i, Xerxes’i aşacağını söylüyor. Fatih Floransa’ya çok iyi davrandı ve çevresinde daima “Floransa’nın güvendiği adamlar” bulundu. Floransa bunlar için yılda beş bin düka harcadı. (s.220) Benedetto Dei’ye göre İtalya “para, nüfuz ve ordu” sahibi dört güce sahip: Milano Dükü, Napoli Kralı, Venedik ve Floransa; on altı özgür devlet ve iki şehir (Bolonya ve Peruz) çok önemliler. (s. 218) İtalyanlar Venedik’i sevmiyor; fakat diğerleri birleşerek Türklerden daha kuvvetli olabilirler. Fatih ise bunların ayrılıkları sayesinde Sezar, İskender vb. den daha güçlü olacağını düşünüyor. (s. 220) (Leonardo da Vinci’ye göre Benedetto mitoman.) (s.220)
Fatih’e karşı Batı’da olduğu gibi, Doğu’da da koalisyon çabaları var. Trabzon Komnen İmparatoru, Karamanoğlu İbrahim Bey, İsfendiyaroğlu İsmail Bey, Uzun Hasan, Gürcü Prensi vb. (s. 222)
Papa Pie II, Fatih Sultan Mehmet’i Hıristiyan yapmak istiyor. O zamanın Venedik diplomatik raporlarına göre, Fatih Hıristiyanlığa büyük bir ilgi duyuyor. Hatta bir kısmına göre gizlice Hıristiyan oldu bile! (s.240) Babinger bütün bunları abartma olarak görüyor. 1460’ların başlarında Papa, II. Mehmet’e bir nota göndererek onu Hıristiyanlığa davet ediyor. Amacı daha çok dünyevi. Papalığın kontrolünde büyük bir Doğu İmparatorluğu kurmak istiyor. Aslında çok hacimli bir nota (missive); Tevrat ve İncil de uzun uzun anlatılıyor. Kazıklı Voyvoda Vlad, bu şiddet çağında bile emsalsiz. Fatih onun iktidara gelişine yardımcı oluyor. (s.244-246) II. Mehmet’in eşcinsel ilişkileri. s. 251, 257.
1463’te Venedik savaş ilan ediyor. (16 yıl savaşı). Floransa’ya göre savaş iki tarafı da yıpratacak ve bu Batı’nın lehine olacak. Papa’ya da bu görüş iletildi. Papa savaşa katılmadı ve bir Osmanlı İmparatorluğunu paylaşma planı hazırladı. (Belki ilk kez böyle bir şey yapılıyor.) (s.282)
Papa 1463’te Venedik ve Burgonya Dükü ile anlaşma yaptı. Fransa, Almanya vb’yi de katılmaya çağırdı. Pie II. başarısızlık içinde öldü ve Venedik savaşına tek başına devam etti. (s.288-289)
Mehmet II, oğluna göre samimi olarak hiçbir dine inanmıyordu. Hıristiyanlığı incelemişti; “fakat buradan Hıristiyan olma niyetini taşıdığını çıkarmak, bu şahsiyeti hiç tanımamak olur.” (s. 302) Sultan gut hastalığından ve fazla şişmanlıktan ıstırap çekiyor.
Her vesile ile Fatih’in casusluk örgütünün mükemmelliği anlatılıyor. Dış düşmanlar şişmanlığını izliyorlar: zayıflama, savaş belirtisi anlamına geliyor. Floransa ve Cenova, Venedik’in yenilmesini ve Doğu ticaretinde onun yerini almak istiyorlar. (s.321)
Venedikliler on kez Sultanı öldürmek istemişler. Muhtemelen zehirlenerek öldü. İlacı veren doktor Al Lari’ye göre de II. Beyazıt tarafından öldürüldü. Cinayetin II. Beyazıt tarafından istenmiş olması “çok daha muhtemel”. (s.493)
Sultanın ilimler içinde en çok sevdiği ve incelediği dal astroloji. Batlamyüs’ü (Ptolémé) incelemiş. (s.368) Yazar, savaşlarda dağıtılan bol bol “akçe”lere bakarak, bu devirde de savaş hükümdarın arzusuna tabi değildi, diyor. (s. 368) Fatih Batı’ya hep “kan dökücü bir varlık” ve ante-krist olarak göründü. (“Etre sanguinaire) (s. 498) Türkiye’de ise son derece övülüyor. Hatta zaman geçtikçe övgü artıyor. (Uzak geçmişe sığınmak. “Fuite dans le lointain passé” psikolojisi) (s. 499). Amacı Sezar ve Büyük İskender’den çok daha büyük olmak. Hıristiyanlığı incelemesi masal! (s. 500) II. Murat Mevlevileri yüceltmişti; onlara Edirne’de büyük bir tekke yaptırmıştı. Belki kendisi de Mevlevi idi; acaba onları Bektaşilere karşı denge olarak mı düşünüyor? II. Beyazıt ise, aynı şekilde Halvetilere karşı sempati besliyor; babasına karşı onların desteğiyle savaştı. (s.501-502)
Mehmet II. Yahudilere iktisadi ve ticari öncelik vermiş. Burada Treitschke”nin “dînî hoşgörü köleleştirme sanatıdır” şeklindeki düşüncesine olumlu bir gönderme var. Bir “tam eşitlik”, “Doğulu despotizm”e eşik teşkil ediyor. (s. 503) Fatih, kendisini haklı olarak Bizansın mirasçısı olarak görüyor. Sınırlar aynı şekilde gelişti; çöküş de benzer şekilde oldu..
Zinkeisen de II. Mehmet’de “net olarak bir Doğulu tiran doğası olduğu” kanısında. (s. 503) Babinger o zamanki Avrupa’da da böyle tipler var, diyor. Ona göre Fatih başlangıçta kibar ve cömert; fakat zamanla kuşkucu ve içine dönük oluyor. (s. 509) İtalya cihetinden 12 suikast girişimi oluyor; hepsi de “şaşırtıcı bir biçimde iyi örgütlenmiş bir gizli servis sayesinde boşa çıkarılıyor.” (s. 509) Hasta derecede sebatsız bir hali var. Yanında çok uzun kalıp da (otuz yıl) güvenini kaybetmeyen tek insan Yakup Paşa. Bunu da doktor olmasından çok maliyeci dehasına borçlu. (s.517)
Devlet yapısı tüm Doğulu devletler gibi “askeri teokrasi”. Kuran ve Sünnet’in yanında “Kanun”lar (Yunanca “Kanôn”) da var. (s. 519) Bunların üzerinde hiçbir kadının etkisi yok. Tek önemli güç Yeniçeriler. (s. 520) “Osmanlı Devleti’nin büyümesi sayesinde birçok Balkan prensliğinin sınırları ve gümrükleri ortadan kalktı ve gümrükler azaldı; bu yüzden de ticaret beklenmedik bir biçimde arttı.” (s. 522) (Jirecek, Güney Doğu Avrupa yollarının daha emin olduğunu yazmış).
Senede dört defa Çavuşlar, Merovenj Hanedanı’nın “Missi Dominici”leri gibi yurdu teftiş ediyorlar.
Ayan-ı Devlet=Erkan-ı Devlet: Veziriazam; kadıasker; defterdar; nişancı. (Devletin dört ayağı). Saray: Dar-ı Saadet (iç Saray); Kızlarağası ve Dış Saray, Kapıağası. (s.527) 200 kadar müteferrika (Saray kürkçüleri) çok önemli roller oynuyorlar. Bunlar çeşitli kökenli, çeşitli mesleklerden: İçlerinde mağlup kral ve prenslerin yakınları, hekimler, mühendisler, müneccimler, sanatkârlar, kahinler vb. bulunuyor. (s.529)
Hammer’e göre Yeniçerilerde yurtseverlik duygusu yok; sadece bağnazca emre itaat ilkesine uyuyorlar; ayrıca “yağma ve ganimet tutkusu” seferlerde rol oynuyor. Yazar “çok doğru” diyor. (s.532) (Bu arada belirtelim ki Hammer, Osmanlı timar sistemini “feodal” olarak niteliyor. “Le systėme féodal des Spahis”den söz ediyor. Cilt: I, Paris, 1835, s. 243)
Devlet maliyesi ve gelirleri hakkında ayrıntılı bilgiler yok. Gelirlerin (haraç, iltizam, tekel vb.) 900 000 düka kadar olduğu ileri sürülüyor. Ticaret de iyi bilinmiyor. Dış ticarette özellikle altın Florin kullanılıyor. Fatih’in bastırdığı altın paralar, kuşkusuz, iç ticarette kullanılıyor. (s.544) Akçenin değeri, başta Venedik dükasının ve florinin onda biri iken, II. Mehmet zamanında 1/40’a, dönem sonunda da 1/50’ye çıkıyor. (s. 544)
Derviş tekkeleri tüm imparatorluğa yayılmış vaziyetteler. Çok sade (asetik) bir hayat yaşıyorlar. Halka çok iyi hitap etmesini ve onu etkilemesini biliyorlar. Sultanın otoritesine büyük bir tehlike teşkil ediyorlar. Kökenleri tartışmalı. (s.549, 550) “Ortodoks İslam’da gerçek ruhbanlık mevcut değil; halktan çok uzak olan din adamları ne gerçek hayata ne de teorik öğretime müdahale ediyorlar.” (s.549) Tekkeler halka maddi yardım da yapıyorlar. Hıristiyanların da sempatisini kazanıyorlar; hatta bazı karma (eklektik) tekkeler var. (s.550)
Ticaret hakkında hemen hiç bilgi yok.
Sanat ve İlim: Osmanlı halkı Romalılardan da çok savaş içinde yaşadı. Fatih’in “inşacı” etkinliği II. Murat ve II. Beyazıt’tan daha az oldu. Sadece önemli, stratejik yollarla ilgilendi. Tek bir köprü yaptırmadı. Vezirler yaptırdılar. Fatih Camisi Bizans mimarlarının. XV. yüzyıl sanatkârları pek az tanınıyor. (s.556)
Fatih sarayında şairler ve kronik yazarları pek revaçta değil. Buna karşılık “Ebul Fadıl Mahmud’u (Hoca-yı Cihan), Cami’yi, Celaleddin Davvani’yi maaşa bağlaması” daha da şaşırtıcı oluyor. (s. 564) Cami ve Davvani’ye Uzun Hasan da çok itibar etmiş. Şairler, Saray’da sevilmek ve yükselmek için Acem, Yahudi ya da Frenk olmak diye hicivler yazıyorlarmış. (s.565) Dönemin en beğenilen eserlerinden biri Nizami’nin (ölümü 1203). Beş büyük destani şiirinden oluşan Hamsa yazarı. Sık sık çevrildi ve taklit edildi. Bir de Firdevsi’nin Şahname’si.. (s. 567) Ali Şir Nevai de, “çoğunlukla Farsçadan çevrilen eserleriyle, birçok Osmanlı taklitçisinin kalplerini ateşliyor.” İran başyapıtları kadar onun eserleri de beğeni kazandı. Şairler ve vakanüisler İran etkisinde ve genellikle Farsça kullanıyorlar. Ulema ve özellikle İlahiyatçılar Arapça kullanıyorlar. Şaşırtıcı olan II. Mehmet, Avnî mahlası ile seksen şiirlik bir divan bıraktı. (s.567) Dönemin önemli şairleri Ahmet Paşa ve Necati.
Gazali’den sonra içtihat kapısı kapanmıştı. Fatih bir çeşit müsabaka yaptı. Felsefe ve sufilik sorununu yeniden canlandırdı. “Dönemin nadir bağımsız kafalarından biri” olan Mustafa Hocazade (ölümü 1488), Gazali’ninki ile aynı ismi (Tahafut) taşıyan kitabıyla müsabakayı kazandı. (s.574) Sultan’ın danışmanı da olmuş. Birçok Hünkâr hocası gözden düştü ve Fatih’in hışmına uğradılar. En önemlilerinden biri de Molla Gürani. Kürt asıllı. Kahire’de Kuran ve Fıkıh okumuş. II. Murat zamanında yükselmiş. Fatih’le bozuştu. Mısır’a gitti. Sonra tekrar Fatih’in ısrarı ile döndü. Bir sürü kulu oldu ve onlar arasında her türlü kaygıdan azade, güzel bir hayat yaşadı. (s.575) Hiç kimse önünde eğilmedi. Sultan’ın elini hiç öpmedi.
Hocazade dünya nimetlerine metelik vermiyor; adını gelecek nesillere taşıyacak hiç bir eseri tamamlayamadı. Vezirler güçlü hünkâr hocalarını hep kıskanıyorlar. Fatih’in ulemanın işlerine karışıp, kaderleriyle oynadığına dair birçok örnek veriliyor. (s. 581) Fatih devrinin en önemli âlimi Molla Husrev. Kökeni hakkında iki iddia var. Babası bir iddiaya göre Türkmendi; başka bir iddiaya göre ise Rum asıllı dönmeydi; hatta bir efsaneye göre de Fransız asıllıydı. (s.583). Ayasofya Camisi’nde müderris iken “öğrencileri öğleye doru evine geliyorlar, yemeğini paylaşıyorlar, sonra da katır üzerinde medreseye giden hocalarına refakat ediyorlardı.” (s. 584). 1480’de öldü. Eserlerini Arapça yazdı. En önemli eserleri arasında Taftazani ve Baydavi tefsirleri bulunuyor. “En çok bilinen eseri, sonuna zengin bir tefsir eklediği bir hukuk kitabıdır.” (s. 585) Tanınmış ulemadan Hıdır Bey’in çok toprağı vardı; Kadıköy ismi bu yüzden kondu. Çok tanınmış bir âlim ailesi de Fenarizade’ler. I. Beyazıt zamanında Şemseddin Fenari var. Torunu Ali Fenari öğretimini İran, Herat ve Semerkant’ta yapmış. II. Mehmet onu Bursa’ya getirtti. Ünü çok büyük, fakat yazılı hiçbir eseri yok. Sinan Paşa “akıl hastası” diye günde elli sopaya mahkum edilmiş. (s.587) Başka bir isim Hasan Çelebi. Molla Fenari’nin kuzeni. Taftazani ve Cürcani tefsirleri yazdı. Bu eserler “çoktandır unutulmuş” durumdalar. Bursa’da kendisi de unutulmuş bir şekilde öldü.
Fatih İstanbul’a çok ulema getirtmek istiyor; büyük paralar vaat ediyor. Babası zamanında İran’dan çok gelen olmuş; özellikle sufi şeyhler. Fatih sadece Ali Kuşçu’yu Semerkant’tan getirtti. Ali Kuşçu’nun babası da Timur’un torunu Uluğ Bey’in kuşçusu olmuş. (s. 590) Ali Kuşçu matematik ve astronomi uzmanı. Fatih kendisini prens gibi karşıladı. 1472 ilkbaharı başlarında (muhtemelen) İstanbul’a geldi. Sultan 1473’te Uzun Hasan’a karşı sefere onu da götürdü. Seferde de, bugün Ayasofya kitaplığında olan, bir kitap yazdı: Al-Fatiha. Konusu astronomi. Kuşçu, ilahiyat ve hukuk kitapları da yazdı. Ayasofya’da müderris idi. Ailesi Hocazade ve Kadızade’ler ile yakınlık (“alliances”) kurmuştu (s.591). 1474’te öldü. “Onunla birlikte Doğu’nun klasik astronomi yıldızlarından biri söndü.” (s.592)
Fatih tekke dervişlerini (görünüşleri, cezbe haline girmeleri vb. dolayısıyla) “deli” sayıyor. Kendinden öncekilerin aksine hiçbir şeyh ve dervişi tutmadı. (s. 594) Halvetiler için “özel bir güvensizlik” hissediyor. (Fatih’in bir alışkanlığı, İstanbul’da dört hizmetçi ile, yaya, sokaklarda dolaşmak) (s.596) Fatih’in Batı casusluk örgütü (Almanya’da bile kolları var) burada da övülüyor. “Kızıl Elma” düşü de muhtemelen “Ville Eternelle” (Ebedi Şehir) anlamına geliyor. (s. 598)
Yakopo, doktor ve danışman olarak Fatih’in bütün seferlerine katıldı. Yakopo kıymetli hediyeler karşılığında Venediklilere Saray’dan da bilgiler aktarıyor. (s. 603) Balyozla da sık sık görüşüyor. Bazen yalan da söylüyor. Bir gün Venedik elçisine Fatih’in Hıristiyan olacağını söyledi. Venedikliler onun yardımıyla Fatih’i öldürmek istediler. Plan yapıldı; fakat son anda başka bir Yahudi doktor da tertibi öğrendi ve bilinmeyen bir nedenle plan terk edildi. (s. 603-604) Yakopo’nun bazı torunları Müslüman oldular. Fatih ölünce ayaklanmalar baş gösterdi. Özellikle Yahudilere karşı. Yakopo da bu ayaklanmalarda hayatını kaybetti. (s.605) Hayattayken Yahudileri çok destekledi.
Fatih İskender hayranı. En eski İskendername Firdevsi’nin Şahname’si. Nizami’nin de bir İskendernamesi bulunuyor. XV. yüzyıl başlarında Ahmedi’nin Türkçe İskendernamesi geleneğin bilinen ilk Türkçe örneği. (s.606) (Fatih’in bir “Rönesans prensi” oluşu tamamen bir efsane; sanatkârlarla ilişkisi de “istihbarat” esasına dayanıyor.)
(Babinger belli ki Fatih’e de Türklere de bir sempati duymuyor. Eseri bu duyguları yansıtıyor. Bazı tutarsızlıklar da dikkati çekiyor. Olumsuz noktalarda abartmalar olduğu hissine de kapılıyor insan. Prof. Halil İnalcık’tan duyduğuma göre bu kitabı da zor şartlar altında yazmış. Yanlış hatırlamıyorsam resmi makamlarla da sorunları olmuş. Aynı dönem uzmanı olan İnalcık bir de eleştiri yazmış. Yine de çok zengin kaynaklara dayanan, ihmal edilemeyecek bir eser. Ne yazık ki, Fatih’e bu kadar önem verildiği halde, bizim literatürde bu düzeyde bir eser bulunmuyor.)
HATIRLATMA: Bu konuda Osmanlı Vakayinamesi, 1442-1487 yılları arasını kapsayacak şekilde, Tursun Bey tarafından yazılmıştır. Tursun Bey’in “Tarihi Ebul Feth” adını koyduğu bu çalışma, Güncel Yayınlar tarafından bugünkü Türkçe’ye uyarlanarak yayımlanmış (2003) bulunuyor. Fazla öğretici bir nitelikte değil. (Bk. Tursun Bey)

BABİNGER, FRANZ; Osmanlı Tarih Yazarları ve Eserleri;
çeviren Prof. Dr. Coşkun Üçok; Ankara, Kültür Bakanlığı yayınları, 1992.
Osmanlı tarihi üzerinde çalışanlar için çok değerli bir el kitabı. Prof. Üçok, sunuşunda aradan geçen zaman içinde ortaya çıkan bir kısım yanlışları düzelttiğini söylüyor.
Babinger, bu eserde C. Brockelmann’ın Arap Literatürü Tarihi (Geschichte der arabischen Literatur’un Osmanlıca versiyonunu yapmağa çalışmış. Ona göre artık Türkoloji de bağımsız bir statüye hak kazanmış: “Türklerin kültürsüz oldukları yolundaki eski masalı devam ettirmeye imkân yoktur” diyor. (s. xı). Osmanlılar çok sayıda tarih kitabı yazmışlar. “Bu alanda bilgisi olanlar bile tarih yazan Osmanlıların ne kadar çok olduğuna şaşabilirler. Hemen hemen beş yüz yıllık bir zaman içinde beş yüz.” (s. xıı). Ne var ki yazar bu eserlerin kalitesi hakkında hiç de iyimser değil! Bu eserler “oldukça geç zamanlara kadar (…) bütün göçebe ulusların tarih yazma denemelerine has olan o gelişmemiş, çocukça, basit tasvir şeklini” aşamamışlar. (s. 7). Yazış “acemice ve ilkel” olup “birbirleriyle hiç ilgili olmayan” olayların “birbirine eklenmesi” şeklinde. “Olayların ‘nedenini’ araştırma ihtiyacı 15. Yüzyılın sonuna kadar görülmez. Bizans tarih yazıcılığı en yüksek gelişme çağına eriştiği bir zamanda Osmanlılarınki daha başlangıçtaydı”. “Bu millet için yalnız kendi aralarından çıkan Hükümdarın, önderin olağanüstü hayatı bir değer ifade ettiği için”, tarih yazmak da onun “üstün şahsiyetinin ihtişamı ve ulviliğini” dile getirmek demek!! (s. 7). Ayrıca beylikler dönemi (Tevaif’ül Mülûk) dönemi de tam bir karanlık içinde!
İlk baskısı: Die Geschichtsschreiber der Osmanen und ihre Werk; Leipzig, 1927.