MOLTKE

ANASAYFA

MOLTKE, Campagnes des Russes dans la Turquie d’Europe en 1828 et 1829; Paris, 1854.

Sunuş yazısında Moltke hakkında bilgiler veriliyor.

Moltke 1835 yılında Prusya genelkurmayında yüzbaşı idi. Aynı yıl önce Rus Kalish kampında asistan oldu; kısa bir süre sonra da Türkiye’ye yollandı. Serasker Hüsrev Paşa’ya danışman oldu. Zaten onu Prusya’dan diplomatik yollarla Hüsrev Paşa istetmişti. Sultan Mahmut da kendisini (bazı Prusyalı subaylarla birlikte) Çanakkale kalelerini teftiş ve tahkim etmekle görevlendirdi. (s. vı). Sonra Tuna kalelerini de inceledi. Bulgaristan gezisinde Sultana refakat etti. Sonra genel tahkim sistemini incelemekle görevlendirildi. Varna, Silistre, Şumla planlarını çizdi. (Bunlar esere ekli ve özgün baskı, yani başka örneği yok).

Eser: Moltke başlangıçta ayrıntılı olarak yeniçeri kırımını anlatıyor.

Kırıma vesileyi yeniçerilerin 13-14 Haziran ayaklanması teşkil etti. Sultan kendisine bağlı ulemayı ve şeyhülislamı topladı. Üsküdar’daki Mehmed Paşa komutasındaki birlikler de acele İstanbul’a geçti ve Hüseyin Paşa’nın kuvvetlerine katıldılar. Fakat sultanın en büyük güvenci Tophane ve Hasköy’de bulunan 8000 kadar topçu ve humbaracı idi (s. 4). İstanbul halkına da (kendilerini korusunlar diye) silah dağıtıldı. Lonca şefleri yeniçerileri tuttular. Onlardan tulumbacılar ve hamallar (16 000 kadar kişi) Asya’ya sürüldü. Aynı şiddet Bursa, İzmir, Edirne ve diğer önemli şehirlerde yaşandı (s. 5).

“Garip şey!  Sultan, halkının yarısı saltanatına karşı açık ya da kapalı şekilde ayaklanma halinde iken ve korkunç bir komşunun orduları Asya’da ve Avrupa’da sınırlarını geçmek üzere iken kendi ordusunu yok etmekten mutluluk duyuyordu!” (s. 5).

Mahmut zaman kazanmak için son derece ağır şartlar getiren Ackerman anlaşmasını imzaladı. Tek ümidi askeri zafer kazanmak. Anlaşmayı da sonradan uymamak için imzalamıştı. Yeniçerilerin yerini 48 bin Avrupai giyimli, düzenli asker aldı. Bu askerler Anadolu’dan “mahkûmlar gibi zincirlere vurularak” getiriliyorlardı (s. 8). Çok ölenler oluyordu.

Sulan Mahmut’a yardımcı olabilecek ikinci bir aydın (éclairé) insan yoktu. Yaptıklarını “yabancılar”a ve “demir iradesine” dayanarak gerçekleştiriyordu. Eğitimci subaylar her ülkeden geliyordu ve feodal timarlılara Fransız nizamnameleri uygulanıyordu (s. 8).

Boşnaklar yeniçerilerden yanaydılar ve Abdurrahman Paşa’nın gönderdiği fermanı ve Avrupa kıyafetlerini yırtıp attılar (s. 9).

Ruslar 1827’de İran’ı yendiler. Erivan ve Etchmiadzin’i aldılar. Osmanlı Ermenileri üzerinde büyük bir egemenlik kurdular. Şah’ın anlaşmayı bozması üzerine Ruslar yeniden harekete geçerek, general Paskeviç komutasındaki ordularla durumu düzeltti ve Türkmençayı Anlaşması’nı imzaladı (s. 10).

Veziriazam’a göre Türkler 10 bini süvari, gerisi düzenli asker olmak üzere 97 050 kişilik ordu kurdu. Tüm kuvvetler (1/3’ü süvari) 180 bin askeri buluyor (s. 11).

Fransa’da kullanılan tipte, bayonet teçhizatlı tüfekler “genel olarak Belçika’dan” geliyor (s. 12). Rusya Osmanlılara “çok zayıf” kuvvetler sevk ediyor. Rusya askerlerinin önemli bir kısmını “tebaasının bir kısmının ayaklanmasını önlemek” için ve diğer Avrupa devletlerinin “kıskançlıklarına karşı” tutuyor. Rusya’da askerlik 22-24 yıl. (s. 17).

Savaş sonrasında Osmanlı yöneticileri bir ayaklanmadan korkuyorlar. Aleyhteki (désavantageux) bir barış anlaşması daha iyi (s. 179). Diplomatlar, özellikle Prusya istemeden general Diebitch lehine çalışıyorlar. Prusya kralı ve Rus çarı yakın akraba. (s. 179). Prusya elçisi Baron de Muffling önmeli bir rol oynadı. Müzakereler uzayınca Diebitch yeniden harekete geçmiş ve İstanbul’u işgal etmekle tehdit etmişti. Oysa durumu çok kritik idi. Savaş birkaç gün daha uzasaydı Rus orduları “tam bir çöküntüye” uğrayabilirdi (s. 182). Bütün savaş (aktif çatışmalar) üç ay sürdü.

Anlaşmaya göre Osmanlılar Ruslara savaş tazminatı olarak 11,5 milyon düka ödeyecekler. (Ruslar 1836’da tazminat garantisi olarak Silistre’yi işgal ettiler) (s. 195).

“Rusya’ya karşı savaş, o kadar gayret ve ihtimamla kurulan yeni Türk ordusunu mahvetmişti; fakat daha da kötüsü, bu kurumu Müslümanların zihninde tahrip etmişti (s. 197).

Edirne Anlaşması ile Yunan bağımsızlığı da tanındı. Bu bütün Yunanlılar için “başarıyla sonuçlanan bir ayaklanma örneği” oldu (s. 197).  Sultan Mahmut bir kaç yıl savaşsız kalsaydı reformları gerçekleştirebilirdi. Rusya bunu önledi. (s. 197).

MOLTKE; Lettres de Maréchal Moltke  sur L’Orient; Paris, 1872.

Moltke Sırbistan’dan geçerken şu gözlemlerde bulunuyor: “Sırbistan’da ne boyarlar ne de başka bir asil zümre var; sadece prens ve halk bulunuyor.” Milos Obrenoviç “kendisini devletin tüm topraklarının sahibi olarak görüyor.” Tasarruf sahiplerini “vassal”ları olarak kabul ediyor. (s. 10).

“Türkiye’de önemli olan mevkiler değil, o mevkiyi işgal eden insanlardır.” (s. 33).

Mehmet Hüsrev Paşa hakkında bilgiler veriliyor. Son derece güçlü bir devlet adamı. (1836). Her yerde casusları var. Saraya hâkim. 35 yıl en yüksek mevkilerde kaldı. Reformlara riyakârca sarılmış ve yiyici. Yabancılarla şampanya içiyor. Sathi bir reformcu. “İmparatorluğun büyükleri arasında antik ve güzel Osmanlı kostümünü atıp, zevksiz ve rahatsız bir Avrupa elbisesi taklidi giyen ilk Osmanlı o oldu”. (s. 31-33).

“Ermeniler fetihçi milletin adetlerini, hatta dilini aldılar; öyle ki artık onlardan ‘Hristiyan Türkler’ diye söz edilebilir”. (s. 36). Arnavutköy’de bir Ermeni evini geziyor. Aile tandırın etrafında toplanıyor; şarap içiliyor; kadınlar erkeklerin karşısında ayağa kalkıyor; peçe takıyor (sadece gözleri görünüyor, 1836) (s. 43). Buna karşılık Yunanlılar özgünlüklerini korudular. (s. 36).

Kölelik “evcil” nitelikte; köleler “ailenin bir ferdi”. (s. 37).

Sultanların kullandıkları sıfatlardan biri olan “hünkâr” sıfatı sözcük olarak “cellat”, “boğazlıyıcı” (étrangleur) anlamına geliyor. (s. 46).

“Denilebilir ki, bugün Avrupa politikası Osmanlı varlığını garanti etmekle yükümlü” (s. 47).

Sultan yeniçerileri katletti; fakat Rum ihtilalini bastırmak için Mehmet Ali Paşa’ya muhtaç kaldı. Üç devlet de (eski kinlerini unutarak) anlaştılar ve Osmanlı donanmasını yaktılar. (s. 49). “Bugün Osmanlı monarşisi, uzun bir alışkanlıkla Kuran’a bağlılığın bir arada tuttuğu bir krallıklar, prenslikler, cumhuriyetler karmasından başka bir şey değil. Ve eğer despot sözcüğünden sözleri kanun olan bir efendi anlaşılırsa, sultan asla bir despot değil. Uzun zamandan beri Avrupa diplomasisi Babıali’yi çıkarlarına zıt savaşlarla kuşatıyor ya da ona eyaletler kaybettiren barış anlaşmaları imzalatıyor” (s. 49). Fakat devletin kendisi de “tüm yabancı ordu ve donanmalardan daha korkunç bir düşman” (s. 49).

“Karadeniz ve Bosna ayanları padişahtan çok kendi çıkarlarına itaat ediyorlar ve İstanbul’dan uzak şehirler kendilerini az çok bağımsız kılan oligarşik anayasalara sahipler.” (s. 49). Osmanlı Devleti’nin dört temel gelir kaynağı: 1) Müsadere, 2) Mevkilerin satılması, 3) gönüllülerin bağışları, 4) devalüasyonlar. (s. 51). Paşalar mevkileri satın almak için Ermeni sarraflara borçlanıyorlar. (s. 52).

“Avrupa’nın uygar ülkelerinde servet değerli nesne üretiminden doğuyor; zenginleşen insanlar aynı zamanda devlet hazinesini de büyütüyor ve (bu ülkelerde) para, insanların sahip oldukları mülklerin ifadesinden başka bir şey değildir. Türkiye’de ise serveti bizzat para teşkil ediyor ve bu da genel olarak mevcut para miktarının tesadüfî olarak şunun ya da bunun kasasında birikmesinden oluşuyor. Türkiye’de % 20’den daha az olmayan yüksek faiz oranları hiç de büyük sermaye hareketlerinin işareti değildir; bu sadece sermaye dolaşımındaki tehlikeye tanıklık ediyor. Her sermayenin şartı onun güvenlik altına alınabilmesidir. Reaya 100 bin kuruşluk bir mücevher almayı bir değirmen veya fabrika almaya yeğler. Lüks nesneler hiçbir yerde burada olduğu kadar sevilmezler ve zengin ailelerde küçük çocukların taşıdıkları mecevherler bile ülkenin fakirliğinin çarpıcı bir delilidir.” (s. 52).

Devlet asker ve vergi toplayamıyor; kırımdan kurtulan binlerce yeniçeri ve dostları “başkente ve ülkeye” dağıldılar. İstanbul’da yeniçeri kırımından sonra tüketim maddeleri fiyatlarının dört katına çıkması şikayet konusu; nedeni şu: Eflak-Buğdan ve Mısır eskiden olduğu gibi ürünün yarısını yollamıyor.. Devletin fiyat empoze etmesi yüzünden “sınırsız topraklar ekilemezken” hükümet Odesa’dan buğday ithal etmek zorunda kalıyor. (s. 54). Faiz % 20’ye çıkıyor. “Türkiye’de mülk bizzat para”.  Herkes sermayesini uzun vadeli yatırmaktan korkuyor. (s. 54).

Bir prensin sünnet düğününde yenilen yemekte ne çatal ne de bıçak kullanılıyor. Kuzu kızartmasından “herkes elleriyle parçalar koparıyor”. Moltke bu durum için “grotesque” sıfatını kullanıyor (s. 65).

“Pera’da büyük, taştan evler inşa edilmeye başlandı” (s. s. 100).

“Türkler Avrupa yakasında kendilerini evlerinde hissetmiyorlar.” (Varlıklılar mezar olarak karşı taraftan toprak alıyorlar). (s. 109).

Köpekler yolların ortasında uyuyor; geçenler yollarını değiştiriyor. Fakat bazen kazalar da oluyor. Moltke, “köpekler de Türklerin kaderciliğini paylaşıyor görünüyor” diyor. (s. 108). İstanbul nüfusunu 1837’de 300 bin olarak tahmin ediyor (s. 110). Başka bir yer de de 500 bin rakamı veriliyor. Vebadan ölenler şehit sayılıyor ve cennete gidiyor. Önlem almak cürüm!! (s. 120).

Müslümanların “gâvurlara hoş görüleri üstünlük duygusundan ileri geliyor”. (s. 120-121).

Moltke Sultanın 1837’deki Rımeli ve Bulgaristan gezisine de katılıyor. (s. 130). Sivas civarında Alaca Han’da bulunan bir derebeyi şatosuna Reşit yolun güvenliğini sağlasın diye bir ayan yerleştirmiş; oysa derebeyi orayı “yolun anahtarına sahip olmak için” yapmış (s. 196).

Vergi sisteminin acı bir eleştirisi. Vergilerin yüksekliğinden çok keyfiliği eleştiri konusu oluyor. Ekilmeyen toprak çok. “Ne kadar doğal kuvvet burada kayboluyor! Değirmenleri ve fabrikaları çalıştıracak ne kadar nehir akıyor!” (s. 252). “Sermaye tebaanın çekmecelerinde saklanıyor ve tek Türkiye’nin ticareti kendi ülkelerinin kanunlarının koruması altında olan ve devlet içinde devlet teşkil eden yabancıların elinde. İşte bu nedenle Türkiye yabancı ülkelere ham maddelerini satıyor, fakat karşılık olarak yabancı sanayinin ürünlerini alamıyor; bu da borsanın düşmesine ve paranın tağşişi gibi kötü bir girişime yol açıyor; bu nedenle Avusturya, İngiliz, Fransız, Rus bandıralı vapurlu gemiler bu güzel denizlerden geçiyor ve Türk sularında hiçbir Türk bayrağı yok; yine bu nedenle, tek kelimeyle, bu kadar zengin bir ülkede bu kadar büyük sefalet hüküm sürüyor!” (s. 253).

Reaya müslümandan fazla vergi veriyor; fakat “bütün vergilerin en ağırı olan askerlikten muaflar” (s. 252). İltizamın keyfiliği, angaryeler, askere almanın keyfiliği vb anlatılıyor. Halk askere gitmemek için dağlara kaçıyor; askerlik beş yıla indi, fakat köylüler yakınları askerden dönmedikçe buna inanmayacaklar (Haziran, 1838). (s. 254).

“Memnuniyetle şunu görüyorum: Bu hükümet de adaletin sadece adalet değil, aynı zamanda akıllılık ve çıkar olduğunu görmeye başlıyor” (s. 253).

Konya valisi kendisine dört kese para (200 kadar florin) veriyor; kabul etmiyor; fakat Ermeni sarrafların eline geçmesin diye alıyor ve tercüman ve hizmetçilere dağıtıyor. “Görenler bu işi çok cömert ve saçma buldular; fakat biliyorlardı ki tüm Avrupalılar biraz ‘deli’ idiler” (s. 288).Moltke II. Mahmut’un reformlarını Rusya ile karşılaştırıyor. “Her iki ülkede de reformlar halktan gelemezdi; aksine, reformları halka empoze etmek lazımdı. Her iki ülkede de halk muhafazakar, hükümetler devrimci unsuru temsil ediyordu”, fakat reformları farklı uyguladılar. “Çara ne din, ne örf ve adet Batı’ya gitmeyi yasaklıyordu”; Petro Saardam’da gemiciliği, Londra’da yüksek okulları inceledi. II. Mahmut sadece amcası III. Selim’den bir şeyler öğrenmişti. Tek kelime Fransızca, İngilizce, Almanca bilmiyordu. II. Mahmut dönemi “Hıristiyan halkların uyanması ile nitelenebilir” (s. 376). “Muhammetçilik içinde saf ve düşmanca duygular taşıyan bir tarikat doğdu” (s. 376). Mahmut “yıkıcı görevini yaptı, yapıcı görevinde başarısız oldu” (s. 377). Yeniçeri kırımı “her türlü ad ve kılık altında eğitilmiş düzenli kuvvetlere, özellikle de bizzat başkentin Türk halkının büyük çoğunluğuna dayanarak” gerçekleşti”. Yeniçeri ağası Hüseyin Ağa, kırımın en aktif elemenı oldu” (s. 377).  Yeniçerilerin en cesurları katledildi. “Ünlü 31’inci bölük son yeniçeriye kadar katledildi” (s. 378). Reform için, Avrupa’da yetişmiş olanlar dışında yetenekli tek adam bulunamadı.

“Bir Türk, Avrupalıların kendisinden ilim, beceri, zenginlik, cesaret ve kuvvet açısından üstün olduğunu kolayca kabul eder; fakat bir Avrupalının bir Müslümandan üstün olabileceği düşüncesi aklının köşesinden bile geçmez. Bu yenilmez gururun kökü dinde bulunuyor” (s. 379).

“Türkiye’de, yabancıdan geliyorsa, en kıymetli hediyeler bile kuşku uyandırır.” Yabancılar Rusya’da nefret, Türkiye’de küçük görme konusu. Türk gururu dinden geliyor. (s. 379).

MOLTKE, H. de; Lettres à sa Mėre et á ses Frėres Adolphe et Louis; Paris, 1892.

Moltke annesine 16 Mart 1835 tarihli mektubunda yüzbaşı olduğunu yazıyor (s. 101). Daha önce Danimarka hizmetinde dört yıl çalışmış. Bu yılları kayıp olarak sayıyor (s. 102). Moltke bir yayınevi ile Gibbon’un klasik eseri (Roma İmparatorluğu’nun yozlaşması ve çöküşü, 12 cilt) eserinin çevirisi hakkında anlaşmış (13 Ocak 1832, s. 77).

Viyana’dan annesine yazdığı mektupta (15 Ekim 1835) 757 basamaklık Viyana kalesine  çıkmış ve orada bulunan banktan Avusturyalı komutan Starhemberg gibi,  şehri kuşatan Türk kuvvetlerinin geldikleri March ovasını seyretmiş. Az kalsın (“Birkaç gün, birkaç saat” daha dayanılmasaydı) “Avrupa’nın başkentine Türkler muzafferane” gireceklerdi ve “böylece Avrupa’nın çehresi tamamen değişmiş olacaktı” (s. 114).

Serasker Hüsrev Paşa yaptığı bir hizmetten o kadar memnun kalmış ki, kendisine 100 Taler değerinde bir sigaralık hediye etmiş (Annesine 9 Şubat 1835 tarihli mektubu, s. 120).

Bir Ermeni’nin evinde kalıyor; emrine bir at ve bir seyis veriliyor (s. 139). Kış gelince kürkün neden bu kadar yaygın olduğunu anlıyor (ısınma yetersizliği). (s. 139).

Sultanla görüşüyor ve İstanbul’un haritasını yapmak konusunda anlaşıyor (s. 138).

Moltke 6 Nisan 1854 tarihli mektubunda şunu yazmış: “Türk İmparatorluğu’nda Hıristiyanlara Müslümanlarla aynı hakları vermek İmparatorluğu yıkmak anlamına gelir.” (s. 219)