
GAUTİER, THEOPHİLE; Constantinople; Paris, 1853.
Ünlü yazarın eseri altı baskı yapmış.. Anlattıkları için “Doğasına uygun bir kroki, samimiyetle ifade edilmiş gerçek bir izlenim” (un croquis sur nature, une impression réelle, sincerement rendue) diyor. (s. 230). İlgisini çeken şeyler, saray ve harem, sultan, kadınlar, karagöz, mezarlıklar, kahveler, hamam, dervişler (tourneurs et hurleurs) vb..
Yazar Osmanlı zihniyeti konusunda şu gözlemde bulunuyor: “İstanbul’da felsefi düşünceler söylendiğinden çok daha az ilerleme kaydettiler; Avrupa tarzında yetişmiş Türkler bile Londra ya da Paris’ten döndükten sonra Kuran’a eskisi gibi bağlanıyorlar ve uygarlık cilalarını hafifçe kazımak, altta sadık dindarı bulmaya yetiyor.” (s. 183) Çocukların mezarlar üzerinde oynaması yazarı belki de bu daha iyi demeye götürüyor. Ermeni ve Rum mezarlarında hiçbir işaret yok; yazar burada hüzün duymuyor.
Tepebaşı ve civarı hem mezarlıkların bulunduğu yer hem de gezinti mekanı. Paris ve Viyana’dan yeni kaleşler gelmiş, eski kaba (lourdes) arabalardan çok iyi. (s. 170-171).
Sultan Çırağan Sarayı’ndan Mecidiye (Ortaköy) camisine Cuma seremonisine giderken o da gidiyor. Ancak namazdan sonra, çıkarken görüyor. Elbisesinin sadeliği onu şaşırtıyor. “Je regrette fort, pour ma part, l’ancienne magnificence asiatique” (s. 185). Yine de sadelik arkasında, “une satiété supreme se lisait sur sa figure pâle. La conscience d’un pouvoir irresistible donnait à ses traits, assez peu regulier d’ailleurs, une tranquilité de marbre. Ses yeux fixes, immuables, a la fois perçants et mornes, voyant tout et ne regardant rien, ne ressemblait pas a des yeux d’homme; une barbe courte, peu épaisse et brune entourait ce masque triste, impérieux et doux” (s. 185). Bir İtalyan kadın da sultanı görmeye gelmiş; onun korumasına girmiş. “1600 concubines’i (cariyesi) olan bir adam, kadınların en çok merakını çeken bir fenemondir”. (s. 186). “Doğu’dan gelen her seyyaha sorulan ilk soru şudur: kadınlardan ne haber? (“Et les femmes?”). (s. 195).
Fransa’da herkes aşıkları korur; “Türkiye’de sokakta bir frenkle konuşan ya da ona anlaşılır işaretler yapan bir kadın, onu gören sıradan bir adamın, bir kavasın veya bir hamalın tekmeleri, yumrukları ve sopaları ile karşılaşır ve bu hoyratlıklar sadece etrafta aralarında kadınlar da bulunan taraftarlar toplar.” (s. 196)
Kadınlar hep kapalı; kadın konusundaki bağnazlık II. Mehmet zamanındaki kadar koyu! Türkler sadece karılarını, kızlarını ve kardeşlerini peçesiz görebiliyorlar. Kadınlar ancak refakatle gezebiliyorlar.
Topkapı Sarayı salonlarını geziyor. Sadece iki pastel görüyor. Bunları Michel Bouquet yapmış. (Bénézit sözlüğü’ne göre M. Bouquet birkaç taşra müzesinde yer alan bir küçük-usta). Tablolardan biri Bükreş limanını tasvir ediyor; ikincisi de Kız Kulesi’nin alınmasını resimlemiş. Her iki tabloda da insan yok.
Balata Yahudi mahallesi için çok iğrenç bir tablo çiziyor. (s. 232).
Charlemagne gemisi İstanbul’a geliyor. Büyük bir olay. Rusya ve Avusturya karşı çıkmış, Sultan fermanı lazım demişler; o da alınmış. Seksen topu olan bu gemi iki katlı bir eve benziyor. 1200-1300 kişi barındırıyor. Kayıkçılar hayranlıkla seyrediyor. (s. 256). Elçi vb Tophane rıhtımında karşılıyorlar; sonra da tüm “Fransız milleti” (mülteciler de dahil) İstiklal caddesinde elçiliğin yolunu tutuyorlar. Gösteri halinde; hava gergin. “Dilinin kökenini bilmediğimiz, her şeyin bizim örf ve adetlerimizden, kanunlarımızdan, giysilerimizden farklı olduğı bu koca (immense) şehirde Fransız milletini şahsında temsil eden elçinin etrafında toplanarak küçük bir vatan teşkil etmesinde şiire en az hassas olanları bile duygulandıracak bir şiir vardı” (s. 257). Bu gösteri karşısında Türkler arasında bir rahatsızlık var. Fakat Gautier ‘herşeye hazırdık’ diyor: “Alay ve hakaretler karşısında son kişimize kadar elçimizin arkasında öleceğimize kimsenin kuşkusu yoktu” (s. 257). Kötü bakışlar arasında Saray’a ulaşıyorlar. Geminin gelişini izleyen hafta içinde İstanbul’da 14 yangın çıkıyor. Yazar –iş peşindeki marangoz sabotajları da dahil- çeşitli olasılıklar üzerinde duruyor. Önemli bir olasılık da gemiyi protesto. Bunda Rusya tahrikleri de olabilir.
İstanbul’da Camiler, çeşmeler, akvadükler, bazı Fenerli Rum evleri dışında taştan bina yok. Bu şehirde 60 yıldan fazla bir geçmişi olan ev yok gibi. (s. 259).
Dolmabahçe yapım halinde. “Hangi mimari şekline ait olduğunu söylemek zor. Ne Grek, ne Romen, ne Gotik, ne Rönesans, ne Sarazen, ne Arap, ne Türk; İspanyolların Plateresco dedikleri ve bir binanın cephesini süslerin karmaşık lüksü ve delice ayrıntı arayışı bakımından büyük bir kuyumcu parçasına benzeten tarza yaklaşıyor. (s. 292)
Sarayın iç kısmı daha tamamlanmamış.
Yazara göre, Rumlar arasında yaygın bir söylentiye bakılırsa, 1853’de, yani İstanbul’un fethinin 400. yıldönümünde Rus Çarı Rumları kurtaracakmış..