BELİN, M.; Essais sur L’Histoire Economique de la Turquie d’Aprės les Ecrivains Originaux; Journal Asiatique; 1864, No: 3-4.
Osmanlılar tarihe karışmış olan Arap para sistemini unutarak, Selçuklular gibi kendi para sistemlerini kurdular. İki kategori para ortaya çıktı: Kızıl ve ak; altın ve gümüş. Fakat mevcut paraların çoğu dışardan (Hindistan, Frengistan, Irak..) geliyor. Bunlar “ulusal” para sistemine karşı ticari veya yabancı bir para sistemi yarattı. Milli sistem akçe veya osmani’ye dayanıyor. Ticari sistem ise (yabancı gümüş ekü) kuruşa dayanıyor. “Zamanla ikinci sistem birinciyi yuttu.” (s. 8)
Milli sistem terminolojisi Moğol kökenli. Akçe birimi; mangır bunun parçası. İlk akçe, Hoca tarihine göre I. Beyazıt zamanında, 729 tarihinde basıldı. Bunlara, I. Selim dönemi sonuna kadar, “Akçeyi Osmanî” veya sadece “Osmanî” dendi. I. Selim’den sonra akçe sözcüğü üstünlük kazandı. Sonra tağşiş yoluyla bir sürü akçe çıktı: Kızıl akçe, kızıl kırpık akçe, çil akçe, sağ akçe vb. Altın para ise daha geç ve ancak 1479’da (883) basıldı. Eski halifelerin dinarları, Memlukların altın eküleri gibi ve Venedik dükası ayarında idi ve Altun adı ile, II. Mehmet zamanında, İstanbul’un fethinden sonra basıldı. (s.14) O zamana kadar yabancı altın ekü ve özellikle Venedik dükası legal kura (bir “sahh”-kontrol- ile birlikte) sahip. Bu Osmanlı altınından sonra da devam ediyor. İsmi, zamana, ticari etkilere vb. göre değişiyor. Venedik etkileri ile flori, Selim I. fetihleri ile sahî, Mısır’ın fethi ile (melik Eşref adına) eşrefî veya şerifî deniyor. Sonra bir sürü ad ve değişiklikler. 44-51 sayfalar arasında bunlarla ilgili bir tablo veriliyor.
Divan-ı Ahkamı Maliye veya Defterdar Kapısı.
Defterdar, defterdarı sani (bir Anadolu bir de Rumeli’de) ve katipler. Dar bir bürokrasi. 1572 yılı için İtalyan Balyosu Galzoni; 1679-80 yılı için Marsigli Osmanlı bütçesinin düzenini övüyorlar. (s. 54-55). Marsigli Batı’nın öğreneceği şeyler var, diyor. Defterdarlığın yetkileri: hesapların tutulması, fonların akımı, gelirlerin kasalanması, kamu hizmetleri için nakit veya havale şeklinde ödemeler. (s. 54)
Bu idarenin dışında ve kısmen bununla çakışan Hazine-i Amire (Sultanî, Padişahî, Şahane) var. Bu defterdarlıktan ayrı. Üç kısım: Miri Hazinesi; 2) Enderun Hazinesi; 3) Haremi Hümayun Hazinesi.
I) Birun Hazinesi: Mirî Hazinesi ve Taşra Hazinesi adı da verilen bu Hazine doğrudan Maliye Nezaretine (Defterdarlığa) bağlı; gelirleri kaydedip, giderler için gerekli fonları çekiyor (s.58);
II) Enderun Hazinesi: Haznedar başı veya daha sonraları Hazine Kethüdası denilen biri tarafından yönetiliyor. Hazine-i Birun’dan (Defterdar bilançoyu çıkardıktan sonra) fazlalıkları alıyor. Garzoni’ye göre, düşman memleketlerde bulunmuş paralar ve müsadere hasılatları da buraya akıtılıyor. Tavernier’ye göre buraya sadece altın giriyor. Gümüşler olağan harcamalar için diğer Hazine’ye gidiyormuş! Karaçelebizade’ye göre Enderun’un yeri Kanunî zamanında dar geldi ve Rüstem Paşa Yedikule’de bir ek temin etti. (s. 59) Dış Hazine yetersizlikleri olunca Sultan bir Hattı Hümayun ile Enderun’dan para aktarıyor. Tahtın mücevherleri ve kıymetli objeleri (örneğin, sadaret boş kalınca Mühür) burada bulunuyor. 1680’de IV. Mehmet burada tam bir envanter yaptırdı.
III) Haremi Hümayun Hazinesi: Sultanın cep harçlığı. Bunu, Vasıf’ın yazdığına göre, bir heyet yönetiyor. Heyetin başında Hazine-i Şehriyarî katibi bulunuyor. (s.61) Bazı yıllar Mısır hazinesi buraya dökülüyor. I. Ahmet 1015’de bir Divan’da bunu ordu ihtiyaçları için vermiyor. Sultan’ın özel tazminatı (“liste civile”) ancak 1855 Eylül’de (18 Zilkadde 1271) başladı: Yıllık 120 milyon kuruş.
Ordu Hazinesi:“Seferde Hazine hizmetleri şefi Sefer veya Ordu defterdarı adını alıyordu; Orduyu Hümayun Hazinesi ya da Ordu Sandıkları ona emanet ediliyordu. Hazineyi Deveci denilen bir grup birlik götürüyordu. (s.64)
Askerlerin ve memurların ulufe ve aidatları 3 ayda bir veriliyor. İlk iki üç ay beraber ödeniyor. Bazı saray memurları ve ruhbanlar (ulema, hakimler vb.) aylık alıyorlar. Bunların ücretine “vazife” deniliyor. (s. 69) Ödeme merasimini sadrazam yönetiyor. (s. 70-75)
Bütçeler.
1609’a kadar bütçe konusunda mücerret rakamlar var. Ayni Alî Efendi ilk kez 1609’da genel bütçe örnekleri verdi. Fakat o da sadece masrafları verdi. Eyyubî Efendi ise, 1660-1661’de, hem masraf hem de gelirleri sundu. (s.76-77)
1609’da Aynı Ali’nin bitçesi:
Harcamalar:
I) Düzenli kara ordusu (Yeniçeri Ocağı; Acemi Ocağı; Cebeci, Topçu, Toparabacı Ocakları ve Altı Sipahi Bölüğü): 257 387 294 Akçe;
II) Düzenli deniz ordusu: 7 774 984 Akçe;
III) Haddamı Asitane (Sultanın evi: Ahır halkı, Bevab-Chambellan; Mutbak-ı amire halkı; Mehter cemaati, Birun Hazinesi cemaati; müezzinler; hekimler; yahudi hekimler; sakalar; müneccimbaşılar; çakırcılar; şahinciler) : 27 600 474 Akçe.
IV) Havas-ı Zaviyül İhtisas (Devlet erkanı: Miralem, Mirahor, çaşnigir, çavuşbaşı, yeniçeri ağası, vb.): 18, 070 680 Akçe.
Genel Yekûn: 310 833 432 Akçe. (s. 91)
Eyyubî Efendi’nin bütçesinde (1660-61) ise, gelirler 581 270 818 Akçe; giderler ise, 593 604 361 Akçe. Açık: 12 333 543 Akçe. Eyyübî Efendi burada sadece merkez için rakamlar vermiş. Taşra için de 1 800 000 000 Akçe gelir gösteriyor. Fakat bunun hakkında hiç bilgi vermiyor. (s. 99) Bu durum III. Selim’in organik reformlarına kadar böyle devam etti. 1861’de ise Avrupa tipi bütçeye geçildi. (Fuat Paşa’nın raporuna ekli.) (s.102)
Sultan Mustafa zamanında (1622) asker paraları verilemezken Vezir Davut Paşa, müftü ve kadıasker Camii Cedid’de (Sultan Ahmed’de) toplanarak, “uzun ve hararetli bir tartışmadan sonra”, vakıfların “zevaid”ini “beytülmal”e dökmeye karar veriyorlar. Tarihçiler (örneğin Naima) buna “tahrib’ül evkaf” diyor.(s. 129) Bu kısımda sultanlar hakkında kısa ve özlü bilgiler var.
—Essais sur l’Histoire Economique de la Turquie; Paris, 1865.
Yukardaki incelemenin ayrı baskısı. Oradan aldığım ve yukardaki bilgiler arasında olmayan bazı bilgileri ekliyorum.
III. Selim zamanında Holanda ve İspanya’dan borç isteniyor; fakat sonuç yok! (s. 275) II. Mahmut 1810’da Cihadiye adında değeri düşürülmüş Beşlik’ler çıkardı. (200 para). (s.289-290) Bunları ikinci ve üçüncü Beşlik’ler izledi; hatta Altılık’lar da çıktı. Para tağşişi vergi yerini tutuyor. (s.292)
Sultan Abdülmecid % 8 faizle Kavaimi Mutebere-i Nakdiye çıkardı. 32 000 kese ve sekiz yılda ödenecek. 1840’da kaimeler basıldı. Her kağıt asgari 500 kuruş. (s.295) 1857’de de Hükümet, yine % 8 faizli Eshamı Mümtaze çıkardı (150 000 kese). Aynı yıl bir de % 6 faizli Hazine Tahvili çıkarıldı. (s.298) (Yabancı borç ve kaimelerin çekilmesi için bkz. Les Hôtes d’Angora)
— Etude sur la Propriété Fonciėre en Pays Musulman et Spécialement en Turquie (selon le Rite Hanéfite); Paris,, 1862.
Yazar temelli reformları (“l’oeuvre de réorganisation”) II. Mahmut’la başlatıyor. (s.1)
12 Kasım 1854’te Meclisi Vala-i Tanzimat kuruldu. Yapısı ve görevleri Takvim-i Vakayi’de açıklandı. (14 Cemaziyül Ahır 1271 – 3 Mart 1855). Meclis yasaların reformu için gerekli tasarıları hazırlayacaktı. “Bu Meclis’te hazırlanan ve sonra kabul edilerek Sultan tarafından ilan edilen kanunların başında Toprak Mülkiyeti Kanunu geliyor. Bu kanun, kuşkusuz İmparatorluğun siyasal ve toplumsal yapısı bakımından en önemli kanunlardan biri.” (s. 2) Meclisi Vala-i Tanzimat 6 Muharrem 1278’de (14 Temmuz 1861) bağımsız bir birim olmaktan çıktı ve Meclisi Ahkamı Adliye’ye eklendi. Bu parlamentonun öncüsü sayılabilir. Üç “oda”dan oluşuyor: Yasama (hazırlık), yürütme ve yargı (yüksek mahkeme). Önce (Mısır için) bir kitap yayınlanıyor: Kanun-ez- Ziraat. 1839, 1840 ve 1842’de üç baskı yapıyor. (Bkz. M. Bianchi; Catalogue; Journal Asiatique; Temmuz-Ağustos, 1843. s. 50, 52, 57)
Yazar İslam hukukunu Hanefi doktrini çerçevesinde, Multeka’ya dayanarak kaleme almış. (s. 4) İslam hukukunda toprağın “maliki hakiki”si Allah; “maliki mecazi”si de insan. (s. 6) Bu ilkeye göre nasıl Hıristiyanlıkta ‘Senyör, yerdeki ve gökteki her şey size aittir’ (İmitation de Jésus Christ; IV. Kitap; Bölüm IX, V. St-Paul; Epitre aux Corinthiens; Epitre I, Ch. IV-V) deniyorsa Kuran’da da yerdeki gökteki her şeyin mülkiyeti (el-mülk) Allah’ta gören Ayetler var. (s.7) İslam’da bunlar, Hıristiyanlıktan farklı olarak teokratik nitelik kazanıyor! Toprağın hukuku fetihten doğuyor. Yenilenler haraç ve cizye ödüyorlar. (Cizye: baş vergisi-capitation; haraç: toprak vergisi). Fetihten sonra toprak paylaşılıyor; Peygamber’in fetihten sonra Hayber’i paylaştırması gibi. (s.15) İmam, mağlupları 1) öldürebilir; 2) esir alabilir; 3) (zimmi olarak) serbest bırakabilir. Taksimde 1/5 Allah’ın hissesi. Bu fakirlere, yetimlere ve seyyahlara dağıtılacak. Kalan kısım bir hisse piyadelere, iki hisse süvarilere gidecek! (Öncelik –zengin olmama koşuluyla- Peygamber akrabalarına)
Kamu Serveti.
Mülkiyet iki çeşit:
I) Öşür veya Mülk arazi;
II) Haraç arazi: 1) Mülk arazi; 2) Araziyi mevkufe.
Mülk hakkı, Napolyon Kodunun tanıdığı mutlak mülkiyet hakkını (Jus Utendi, Fruendi, Abutendi) tanıyor. (s.21)
Oturulan evler için Hıristiyanlar da vergi vermiyorlar. Fakat sonradan, İstanbul hariç, vergi veya temettuat veya turabiye diye bir vergi alınıyor. (Bir çeşit gelir vergisi). Mülk araziler ürün üzerinden öşür ödüyorlar. (s. 23)
İki tip mülkiye cihadın dışında kazanç ve kesb yollarıyla büyütülebilir. (s.24)
Toprak üzerindeki vergiler (resimler).
Bir Müslüman haraciye bir toprağı alırsa onun haracını ödeme zorunda. Haraç küçültücü bir vergi değil. Buna karşılık cizye küçültücü bir vergi ve sadece Hıristiyanlar ödüyor. (s. 26) (Yazar Batı ile karşılaştırmalarını F. Guizot’nun “Essais sur l’Histoire de France”a gönderme yaparak geliştiriyor.) (s. 26)
Haraç iki çeşit: Haracı Mukaseme ve Haracı Muvazzaf. (s. 27-28) Haracı mukaseme elde edilen ürüne göre yılda birkaç kere alınabiliyor ve aslında öşür de bir çeşit Haracı Mukaseme. Buna karşılık Haracı Muvazzaf yılda bir kere alınıyor ve Hazreti Ömer’in Irak için koyduğu oranı aşamaz.
Mirî arazi
Multeka toprağı önce mülk ve haraç arazi diye ikiye ayırıyor. Hıristiyanlardan fethedilen topraklar gaziler arsında paylaşılabilir veya bunlar vakıf da yapılabilir. Bir de sahiplerinin vakıf yaptığı araziler var. Eski sahipleri bunların tasarruf hakkına sahip; fakat bunlar satılamazlar.
Miri Arazi mülk araziden mirasçısı olmayan topraklarla da büyüyor. Osmanlı Devleti zaman zaman miri topraklardan bazı parçaları açık artırma ile satıyor. Örneğin 1860’da 505 000 kuruşluk (1 010 kese) arazi böyle satıldı. Sultan, ihtiyaç baskısının olmadığı hallerde, birine çok ucuza da verebilir. 1860’da bir kısım han, hamam, dükkan, ipek imalathanesi, bağ, çayır, ağıl vb. özellere satılmış. (s. 42)
Miri arazinin tasarruf hakkı, bazı koşullarla, tapu ile devredilebiliyor. “Tapu” tapmaktan geliyor ve bağımlılık (vassalité) ifade ediyor.
Kişisel Vergi (Cizye):
Cizyenin ilkesi Kuran’da bulunuyor. (Kuran, IX, 29) Küçültücü bir vergi. Kadın, çocuk, sakat, ihtiyar, fakir vb. cizyeden muaf. Müslümalığa geçenler bu vergiden kurtuluyorlar. Ödenişi de aşağılayıcı: Ey zimmi, Allah’ın düşmanı, cizyeni öde!” deniyor. (s.51)
Cizyenin kaldırılışı:
Gülhane Hattı ile cizye artık sadece bir askeri vergi karşılığı olarak algılanıyordu; “aşağılayıcı” olmaktan çıkmıştı. Toplanmasında patrikler ve hahambaşılar aracı olacaklardı. (s. 53. M. Cor, Revue des Deux Mondes, Eylül, 1850). Böylece, 1850’den itibaren haraç veya cizye cemaatlerin (“millet”lerin) sabit bir miktar olarak blok halinde ödedikleri bir vergiye dönüşmüştü (Bu da Ömer ibn Abdülaziz’in kararlarına uygundu.) (s. 54)
1856 Islahat Fermanı Müslüman-Hıristiyan eşitliği sağladı ve Hıristiyanlara askerlik hizmeti yükledi; fakat bu zaman alacağından geçici olarak “ianeyi askeriye” kondu. Bunu da cemaat şefi ödüyor. Askerlik yapanlar bundan muaf olacaklardı. Yazar 1860’de ianeyi askeriyenin 59 609 000 kuruş (119 218 kese) olduğunu belirtiyor. (Kaynağı: Budget général de l’Empire Ottoman pour 1277, annexé au rapport de S. S. Fouad Pacha, İstanbul, Şubat, 1862) Fermanla ilgili nizamnameye göre “gayrimüslimler liyakatlarına göre üst derecelere kadar yükselebileceklerdi.” (Yakınlarda iki Ermeni mirliva oldu) Bunlara fanatik ulema karşı çıkıyor. (s. 55)
Vakıf:
Kuran’da “vakıf” kurumu yok; fakat her sure, ilke olarak, insanların servetlerini, hatta şahıslarını kısmen veya tamamen “Allah’ın yoluna” vakfetmelerini telkin eden ayetler içeriyor. (s. 75) Sonradan gelişen geleneğe göre üç türlü vakıf var.
1) Dinî vakıflar (Batı’daki Res Sacrae Romain gibi);
2) Fakirler için kurulan vakıflar;
3) Geleneksel (Örfi) vakıflar.
Buharî, dinî vakıfları kökenini Peygamber’e kadar götürüyor. (F. Guizot, Hıristiyanlık yayılırken köylülerin de Komün’ün bir kısmını kiliseye verdiklerini anlatır.) İkinci tür vakıflar da Peygamber zamanında başlamış. (İlkini Muhammed’in tavsiyesiyle Ömer ibn Elkhattab kurmuş).
Vakıflar nelerden oluşuyor?
1) Dini Vakıflar a) Cami, mescit, zaviye, tekke vb. Ganimetin de bir kısmı camilere veriliyor; b) Medrese, mektep, kütüphane; c) kitaplar ve benzer nesneler.
2) Fakirler için kurulan vakıflar: İmarethaneler, hastaneler (timar-hane veya hasta-hane), çeşmeler vb.
3) Örfî Vakıflar: Camiye fiyatının altında satılan mülkler. Eski sahibi satış fiyatına göre bir “icare” ödeyerek tasarruf hakkını devam ettiriyor. Buna karşılık caminin bakımını, tamiratını vb. yükleniyor. Mirasçısı yoksa, öldüğünde mal tamamen caminin oluyor. 4 Mayıs 1861 (24 Şevval 1277) tarihli Ceride-i Havadis bu tip vakıflardan önemli bir kısmının satıldığı haberini veriyor. (s. 87) (Bkz. Mémoire sur les Biens Main-morte de Bélin; Journal Asiatique; (Araziyi Mevad hakkında inceleme)Kasım-Aralık 1853)
Vakıf geri alınmak istenirse ihtilafı kadı çözüyor. Kadı “lüzumu vakıf” ilan ederse vakıf geri alınamıyor. Devlet de vakıfların bakımı için paralar ödüyor. (1850’de 12 500 000 kuruş; 1861’de 18 971 500 kuruş)
Sultan Mahmut bazı vakıfları müsadere etti. Bu vakıfların idaresi saraya geçmiş (selatin vakıfları). Vakıfların saray memurları var. Bunların tuğralı beratları var. Bunları sultanlar her yıl yeniliyor. Belli bir ödenek alıyorlar. (s.103)
Sonra vakıfları Abdülmecid (bütçeye kendi için özel bir ödenek-liste civile koyduktan sonra) saraydan ayırıp özel bir nezaret kurdu. Bundan sonra devlet sadece müsadere edilmiş vakıflara bütçeden harcama yapıyor. Bunların gelirleri de bütçeye geçiyor. (Bütçede yekun olarak görünmüyor; çeşitli kalemlere dağıtılıyor.) “Müsadereden sonra kurulan vakıflar doğrudan kurucuları ya da onların temsilcileri tarafından yönetiliyor.” (s.104)
Araziyi Mevadın (işlenmemiş arazi) canlandırılması.
İslamiyetin bu konudaki ilkelerinden biri, bir Hadis’in dediği gibi, işlenmemiş toprağı (araziyi mevadı) işleyenler onun sahibi olurlar. Bu ilke zimmiler için de geçerli! (s. 107) Bu yalnız Hanefiler için geçerli. Ayrıca, Hanefiliğe göre, zimminin önceden imamdan izin alması gerekiyor.
Diğer toprak statüsü.
Müslümanlara verilen araziyi öşriye ve Hıristiyanlara verilen araziyi haraç mülk statüsündeler. Ayrıca bir kısmı da askeri amaçla vakıf yapılabilir. Sultan bunları mülke çevirebilir. (Romalılarda da Ager Publicus– Miri arazi var)
Bu topraklar üzerine önce haraç (mukaseme) konuluyor ve bu vergi miktarına göre Beyt’ülmal her askere düşen hisseyi ödüyor. Eğer imam aralarından birine bu toprakların bir kısmını yönetme hakkı verirse, o da bunu üçüncü kişilere, “tapu” denilen “icareyi muacele” şeklinde verebiliyor. Bu üçüncü kategoriye Miriye deniliyor. (Sathı ve içeriği devlet arşivlerinde kadastro edilmişler.) (s. 127)
“Tapu” tapmaktan geliyor. Vassallık anlamı taşıyor. Timarlı sipahilerin kalkmasından sonra devlet onların yerlerini aldı. Eski koşullarda tapu veriyor. “Tapu, pratik olarak, bir muacele, yani belli bir miktarın hemen ödenmesi karşılığı verilen bir belge. Buna sahip olan, kanunun koyduğu sınırlar içinde, kendisi ve mirasçıları için tasarruf ve devir hakları elde etmiş oluyor.” (s.127) 1861’de tapu karşılığı devlet bütçesine 14 424 500 kuruş girmiş.
Yazar fetihler devrinde toprağın hepsinin gazilere dağıtıldığını ve böylece devletin desantralizasyon sayesinde idare işlerinden kurtulduğu anlatılıyor. (Timur, Evrengızip, akbar da öyle yapmışlar. (s. 128) Sipahi cebeli besliyor. Görevi karşılığı, kendisine saltanat fermanıyla verilen timarı üzerindeki topraklarda Hukuku Şeriye’yi kısmen veya tamamen tahsil ediyor; ayrıca sultanın kararlaştırdığı Rüsumu Örfiye’yi de topluyor. Toprağındaki sayımı yapılmış (Müslüman, Hıristiyan) reaya üzerinde bir çeşit feodal (“seigneurial”) hukuk da uyguluyor. Sadece haraç topraklar değil, tüm topraklar buna dahil oluyor. Timar sahipleri kadastro kayıtlarına göre çeşitli vergileri, kısmen ya da tamamen, verilmesi gereken yerlere teslim ediyorlar. Toprağı eken köylüler sadece tasarruf hakkına sahipseler bunu ancak çocuklarına devredebiliyorlar. Başkaları da ancak sipahiye muacele ödeyerek tapu (tasarruf hakkı) alıyorlar. Mirasçı olmadığı durumlarda tapu hakkı başka birine veriliyor. (s. 131)
Bosna Kanunu örneği ile timar çeşitleri (tezkereli, tevcihli vb..) anlatılıyor. (s. 134) Bosna köylüsünün statüsü Roma kolonlarının statüsüne benziyor. Vergi “çift” üzerinden veriliyor. Resmi çift-çift akçesi, 22 akçe: sabit-muvazzaf. (s. 139) Zimmiler 25 akçe ödüyorlar. Buna aşağılayıcı bir şekilde ispençe (taxe des prisonniers-mahkûmlar vergisi) deniyor. (s.141) Çift resmine çift baştina (Bulgar kökenli) de deniliyor. Reaya herherde aynı derecede vergi ödemiyor. (s.147) Ayrıca bu vergi sipahi, zaim, miri-liva (veya sadece sipahi ve zaim) arasında bölüşülüyor. Örneğin Keçerde nahiyesinde 34 akçelik resmi çift vergisinin 24’ü sipahiye beşi zaime beşi de miri-livaya gidiyor. (s.148) Buna ek olarak (Bosna Kanunnamesi’ne dayanılarak) daha bir çok vergi sayılıyor: değirmen, bal, otlak, yaylak, kışlak, resmi tütün, resmi duhan vb. resimleri. Kıza toprak geçmiyor. Fakat kız çocuk babasının ölümünde toprağı işlemişse ve öşür ile rüsumu ödemişse toprak onda kalıyor. (s.146) Tapulu birinin tapusu ancak üç sene toprağı ekmezse elinden alınıyor.
Evlenirken sipahi subaşına, subaşı sancak beyine, sancak beyi beylerbeyine, nihayet o da Hazineye vergi ödüyor. (s. 149) III. Murat’tan itibaren sipahiler ve cebeciler hep kaytarıyorlar. 1768 savaşında 20 000 cebeli ancak var. (s.150) Daha sonra bu askeri amaçlı tasarruflar (‘benefice’ler) giderek askeri işlevlerini kaybetti ve sivilleştiler. Bu durum kendiliğinden legalleşti ve sipahiler bedeli cebeli ödemeye başladılar. Durum öyle legalleşti ki Tanzimat’ta iltizam ilga edilince eski timar, zeamet ve mukataa (vergi) sahiplerine ödenmek üzere ödenek (pensio) kondu. Çünkü bunların geleneksel hakkı hala meşru sayılıyordu. 1850 bütçesinde bu 40 milyon kuruş. Fakat zamanla (mirasçıların azalmasıyla) bu miktar azaldı. 1860’da 24 130 796 kuruş. (s. 152)
Arazinin siyasal taksimatı.
“Çeşitli dönemlerde toprak bir sürü alt bölüme bölündü; bu bölümlerde vergi, senyörlük hakları gereği, çeşitli sıfatlarla, milletin askerî kısmına veriliyordu.” (s.161) Önce yıllıktılar; sonra hayat boyu oldular; sonunda mirasla da geçmeye başladılar. Tanzimat kaldırdı; fakat tapu vermek suretiyle toprakta vassallık ilkesini korudu. (s. 161-162)
Gedikler
Gedik, delik demek. Senelik bir rantla, devamlı bir zanaat-meslek icra etmek için birinin mülkiyetinden bir kısmını mülk olarak almak. (s. 153)
Cevdet Efendi’ye dayanarak anlatıyor. 1860’lardaki işleyişiyle geçmişi 1,5-2 yüzyıl öncesine kadar gidiyor. Başlangıçta istisna. Bazılarına, kendileri veya vakıf için gelir sağlamak üzere, belli bir yerde yapılan sanayinin gelirlerini sağlamak için yapılan anlaşmalar (mülkiyet içinde mülkiyet). Sonra kaide haline gelince bu yeni mülkiyet şeklini devlet düzenledi ve kendi de pay almaya başladı. O zaman belli bir mesleği icra edebilecek olanların sayıları sabitlendi ve bu sayı aşılamayacağı için esnaf loncaları kurulmuş oldu ve her usta bir gedik sahibi haline geldi. Bu gedik kendisine mesleğini belli bir yerde icra etme hakkı veriyor. (M. Bianchi, Dictionnaire Turc-Français II’de (s. 578) Avrupalıların İzmirdeki iş yerlerinin çoğunun Karaosmaoğulları’na ait olduğunu ve bunlardan “Gedik” aldıklarını söylüyor. (s. 154)
Gedik kuruluşu: Taraflar belli bir rant üzerinde anlaşıyorlar. Sonra Kalemi Şahane’ye gidiyorlar. Alıcı bir “muacele” ödeyerek bir ferman veya ilmü-haber (“kuyruklu senet” de deniyor) alıyor ve gedik hakkı kuruluyor. (s.155) Çok suistimaller de oldu. II. Mahmut Evkaf Nezaretini kurunca sadece dört lonca (Ekmek, un, francala ve tütün loncaları) gediklerinin “mülk” halinde kalacağına ve diğer hepsinin vakıflar idaresine bağlı olacağına karar verdi. 1831’de alınan bu karar gediklerin çoğunun dini işlere veya kamu yararına kurulmuş olmasından ileri geliyordu. (s. 156) Bu karar da dinlenmedi; yeni gedikler elde edildi ve gedik sayısı çok arttı. Fakat tekellerin kalkması ve ticari serbesti yabancıların da sanayiye girmelerini önleyemediği için lonca sistemi “virtuellement” çöktü. Gedik sistemi ruhsatiye (droit de patente) sistemine dönüştü. Onu devlete ödeyen istediği yerde mesleğini icra ediyor. Bu durumda gedikler tamamen kaldırıldı. Yeni kanun Cerideyi Havadis’te 27 Temmuz (19 Muharrem) 1861’de yayınlandı. 1247’den sonra bir belgesi bulunmayanların elinden gediği alınacaktı. Havai gedikler yeri belli olmayan, vakıf veya beytülmala bağlı gediklere verilen isimdi. Yeni kanuna göre bunlardan boşalanlar yeni birine verilmeyecek, evkaf nazırlığından silinecekti. Mülk gedikler (daha önce adı geçen dört gedik) vakıf haline konulamazdı.
Gedikli sistemden kopmalardan biri de gedikli timar ve gedikli zeamet idi. Bunlar askeri görev yüklenmeden gelirleri topluyorlardı.
1856 Hattı’nın tam metni. 38 madde. (s. 162-180)
1858 Toprak Kanunu metni: 132 madde (s. 180-247) Bu Kanun’da toprak beş kategoriye ayrıldı. Birinci kategori mülk. Mülk kategorisi de dört alt kategoriye ayrılıyor:
1) Kasaba ve kariye içinde olanlar ve bunların (en fazla yarım dönümlük perimetrede) çevresinde olup da oturulan yerin parçası olarak kabul edilenler;
2) Kamu mülkünden ayrılıp (ifraz olunup) birine tam mülk olarak verilenler;
3) Öşür arazi;
4) Haraç arazi. Bu son iki kategori tam mülk. Bunlara ait hükümler fıkıhta bulunuyor; bu kanunda işlenmiyor. (sç 182)
— De l’Instruction Publique et du Mouvement Intellectuel en Orient; Revue d’Economie Chrétienne, 1866, Ağustos.
Eser bir yıl sonra L’Instruction Publique en Orient (Paris, 1867) başlığı altında genişletilerek basılmış.
Türkiye’de eğitim “özgür”. Devlet para vermiyor; din cemaatleri finanse ediyorlar. Devlet müdahalesi açılacak okullara müsaade etme ya da veto etmenin ötesine geçmiyor. “Gerçekte eğitim bütçesi diye bir şey yok” (s. 5). Devletin kontrolü bile bulunmuyor. 1848’de İstanbul Müslüman nüfusu 421 200; 245 bini şehirde, 95 bini Eyüp’ten Dolmabahçe’ye kadar alanda; 36 bini Beşiktaş’tan Karadeniz’e uzanan alanda; 44 200’ü de Asya tarafında Kadıköy Karadeniz arasında. Toplam nüfus: 778 000 kişi. (s. 7)
Yakın zamanlara kadar okul hocaların tayini bakımından Şeyhülislama, genel idare bakımından da vakıflara bağlı idi. Halifeler çağından beri iki derece: Mektep (ilk derece) ve Medrese. Selim III. ile başladı. Öğretmenlerin sınavı için özel bir koımisyon kuruldu. Bu ilke ancak 1846’da somutlaştı. (s. 8)
II. Mahmut kendi görüşlerini yetiştirecek kimseler yetiştirmek için Mektebi Maarif ve İdadiyeyi (hazırlık okulu – Darülmaarif) kurdu. (s. 9) Abdülmecid döneminde 1846’da bir komisyon çeşitli Avrupa üniversiteleri yasalarını inceledi ve Meclis Maarifi Umumiye kuruldu. Bu Meclisi Vâlâ’dan hemen sonra gelen devlet kurulu (Corps d’Etat) oldu. Bunlar eğitimin sekülerleşmesi sürecinin halkaları oldular. Reformla 1846’da “dini ve hukuki eğitim sivil eğitimden ayrıldılar.” (s. 10) Dini ve hukuki eğitim on kurdan (dersten) oluşuyor. 1) İlmi Sarf (gramer); 2) İlmi Nahv (sentaks); 3) İlmi Mantık; 4) İlmi Kelam; 5) İlmi Edeb (edebiyat); 6) İlmi Bedii; 7) İlmi Meani; 8) İlmi Beyan (retorik); 9) İlmi Hendese; 10) İlmi Heyet. Bu eğitim Şeyhülislama bağlı. İmam,kadı, müderris yetiştiriyor.
Yeni öğretim de ikiye ayrıldı: 1) Mekâtibi Mahsusei Şahane (Harbiye, Topçu Okulu, Tıbbiye vb); 2) Mekâtibi Umumiyeyi Şahane (Darülmaarif; Mektebi Maarifi Adliye; Mektebi Ulumu Edebiye) (s. 10) 1851’de de Encümeni Daniş kuruldu. Buraya, yerli yabancı, çok seçkin kimseler seçildi. Fakat 1862’de üyelerinin dağılması yüzünden kaldırıldı. (s. 11)
1857’de Marif Nezareti kuruldu. Memurları özel bir adla (memurin-i maarifi umumiye) adlandırıldı. Sami Paşa’nın 1857 Salnamesi için koyduğu istatistikler maalesef yenilenmedi.
Yüksek okullar: Darülmaarif ve hazırlık okulu; Maarifi Adliye ve hazırlık okulu için rakam yok. Rüşdiye okulu altı tane ve 985 öğrencisi var. Anadolu Rüşdiye okulları beş tane ve Rumeli Rüşdiye okulları 28 tane. Toplam öğrenci sayısı 2 386. Aynı tarihte sadece İstanbul’da ilk okul öğrencisi sayısı 16 757. (s. 12) Yine İstanbul’da tüm Rum, Ermeni ve Yahudi öğrenciler 16 248 kişi. (s. 12) 1859’da İstanbul’da Rüşdiye sayısı 10’a çıktı ve ilk defa kızlar için Rüşdiye okulu açıldı.
Sivil yüksek okullar.
1) Darülmuallimin (Ecole Normale): 24 öğrenci, altı öğretmen.
2) Mektebi Aklamı Şahane (Ecole Bureaucratique): 19 Nisan 1850. 40 öğrenci, altı öğretmen.
3) Mektebi Mülkiye: Yüz öğrencisi, dokuz hocası mevcut. (s. 18) 1862’de Sami Paşa Maarif Nezaretinden ayrıldı; yerine S. E. Kemal Efendi geldi. Hem marif nazırı hem de devlet matbaasını yönetiyor. (s. 13) Kemal Efendi nazır olduktan sonra tüm okullara Fransızcayı mecburi kıldı. Öğretim: Dini Hukuk (Fetvayı Şerif); medeni hukuk; genel tarih; ekonomi politk (“Emvâli Milliye”); redaksiyon; muhasebe; ticaret hukuku; coğrafya; Fransızca; doğal tarih; kimya. (s. 18) Eğitim iki yıl. Maarif nazırının kurduğu jüri önünde sınav verdikten sonra, Meclisi Vâlâ’nın önerisi ile müdür tayin ediliyor.
Mektebi Fünunu Harbiye: 1830’da II. Mahmut kurdu. 492 öğrencisi var. Genel müdür, öğretim üyesi subaylar ve Fransız Askeri Misyonu üyeleri dahil, personel 23 kişi. (s. 19)