BARKAN, ÖMER L.

BARKAN, ÖMER L.; Türk Toprak Hukuku tarihinde Tanzimat ve 1274 (1858) Tarihli Arazi Kanunnamesi; (Yüzüncü Yılında Tanzimat; Ankara, 1940)

Barkan, Tanzimat’ın toprak hukuku konusundaki girişimini  “halktan gelen zorunlu bir hareket veya büyük bir toprak reformu addetmemize imkan yoktur” diyor. Osmanlıda “büyük toprak asaleti sınıfları teşekkül etmemişti” (s. 321)

1858 kanunnamesi taklit değil; bu alanda “çok daha mazbut ve şuurlu” hareket edilmiş ve “ananesi olan orijinal bir toprak hukukuna tekemmül ettirilmiş bir kod temin ettirilmiştir”. Bu Kanunname’yi “Tanzimat’ın vücuda getirdiği en muvaffak ve halis bir eser gibi telakki edebiliriz.” (s. 323)

Osmanlıda toprakların “yüksek mülkiyet ve murakabe hakkı (rakabe)nin umumiyetle (ÖLB) devletin elinde alıkıonarak… nasyonalize edilmiş, yani millete ve miriye mal edilmiş olmaları..” tahditlere yol açıyor. (s. 323) “Fakat bu tahdidat ve kayıtlar tatbikatta serbest ve mutlak toprak mülkiyeti taraftarlarını ürkütecek (ÖLB) bir şekil almamakta ve her şey sanki köylü toprağının hakiki sahibi imiş gibi cereyan etmektedir.” (s. 324) Yani bir çeşit “daimi ve irsi kiracılık” (satamaz, hibe edemez, vakfedemez) durumu var. Sipahiye “çiftilği” için tapu resmi (icare-i muaccele) vermek zorunda. (s. 324) Köylü üründen bir kısım (1/10 ile 1/2 arası) ve çift akçesi altında maktu bir para veriyor. Toprak da yalnız babadan oğla geçiyor. Yazar bu “nasyonalize” edilmiş toprak statüsünü çok övüyor. Nedenlerini arıyor ve diyor ki  bu rejim “İmparatorluğun teşekkülüne hakim olan tarihi hadisat ve içtimai-iktisadi şartlar dolayısıyla adeta kendiliğinden taammüm etmiş ve kolonilerden sarfınazar, ana memleketin (ÖLB) hemen bütün topraklarında hakim bir toprak rejimi halini alabilmiştir”. (s. 326) Beylikler çökünce ve çeşitli “siyasi hercümerç” sonucu bir sürü toprak boş kalıp devlete geçti.

“Bizim kanaatimize göre miri topraklar İslam dinine has bir takım presiplerin zaruri neticesi olmaktan ziyade” tersine dini esaslar gelişmeye göre tedvin edilmişler. (s. 329)

Miri toprakların esaslarını tesbit eden bazı vesikalar..

Miri hukukun temel vesikaları (örfi) ilk kez Kanuni Sultan Süleyman zamanında vücude getirilmiş. Ebussud Efendi’nin Üsküp ve Selanik livalarını (iki alaydan oluşan komutanlık; miriliva da deniyor; coğrafi alan olarak sancak M. Z. Pakalın) tahrire memur ‘il katibi’ olarak vücude getirdiği defterlerle, Budin’in fethinden sonra yazılan Budin’in defterine yazılan mukaddime teşkil ediyor. (s. 329)  Bunlar çeşitli kanunnamelere örnek oluyor. Aslında miri arazinin kökeni “geniş mikyasta” devletin kuruluşuna gidiyor.

Ebussud Efendi bir çeşit kodifikasyon yapıyor. Burada dini ve örfi hukuk çarpışıyor. Bazı fetvalarda “Şeri maslahat değildir; Uluemre müracat lazım gelir; ne veçhile memur ise elveçhile yapılır” deniyor. (s. 332)

1274 (1858) Kanunnamesi

Kanun toprakları beş kategoriye ayırıyor. 1) memluk; 2) Miri; 3) mevkufa; 4) metruka; 5) mevad araziler. Aslında eski sistemin ikiliği (mülk ve miri araziler) devam ediyor. “..Toprakların büyük bir kısmının memlekette Garp kapitalizminin ajanı vaziyetinde olan Rum veya Ermeni tüccarların tasarrufu veya mali hakimiyeti altına geçmeleri” (soysuzlaşma döneminde) ortaya çıkmıştır. (s. 386)

Miri arazi üzerinde intikal hakkı: Önceleri sadece erkek evlada (yazar bunu “yerinde bir tedbir” diye övüyor) geçiyor; Tanzimat’tan sonra 1263 tarihinde kız veya erkek evlada “müstakilen ve mütesaviyen iştirak hakkı” veriliyor. Ancak kız ya da erkek evlat yoksa tamamı babaya, o da yoksa anneye kalıyor. Yani üç derece (evlat, baba, ana) tesis ediliyor. 1284 (1869) değişikliği intikal hakkını üçten sekize çıkarıyor. En büyük değişiklik bu! Sırayla: 1)Evlat, 2) ahfad, 3) ebeveyn, 4) ana-baba bir veya yalnız baba bir erkek kardeş, 5)aynı şekilde kız kardeş, 6) ana bir erkek kardeş, 7) ana bir kız kardeş, 8) eş. (Birinin varlığı sonrakini önlüyor). (s. 402)

Bu Batı liberalizminin etkisi. Yazara göre yıkıcı oldu. Miri rejim hayranlığı buradan doğuyor. Yazar hayranlığını gizlemiyor; fakat “kayıtsız şartsız hayranlık” değil! Çağ ve ortam onu grektiriyor.

Yazara göre Tanzimat dönemi “toprak hukuku tarihimizde Tanzimat’la başlayan devir, sosyal ve ekonomik realitelerle hukuki nizamın yekdiğeri ile talak ve iftirak halinde bulunduğu veya bulunmaya başladığı bir devir olmak itibarıyla tetkika şayan” buluyor. (s. 417) 1858 Kanunu aslında eskiye dayanıyor; fakat intibak ilkesine uygun. Fakat sonra genişletildi ve memleketle ilgisini kaybetti. “İntibaksızlık” başladı ve tarım çöktü. (Yazıya Batı ve liberalizme düşmanca bir ton egemen).

BARKAN, ÖMER L; EKREM H. AYVERDİ (Haz.) ; İstanbul Vakıfları Tahrir Defteri; İstanbul, 1970.

En önemlileri Fatih Camisi ve imareti ile Ayasofya camisi vakıfları.

Fatih imaretinin yıllık geliri (köy arazilerinden gelen gelen bir kısın buğday ve pirinç hariç) 1 500 000 akçe. (1490 rayicine göre 30 000 düka altın yapıyor). (s.x) Bu gelirin % 83’ü Çorlu, Tekirdağ ve Kırklareli bölgelerindeki 57 kadar köyden toplanan vergilerle, İstanbul’daki on iki hamamın kira gelirlerinden oluşuyor.

Ayasofya vakfının gelirleri ise, tamamen, İstanbul, Üsküdar ve Galata’daki 2360 dükkan, 1300 ev, 2 kervansaray, 30 kadar bozahane, 23 başhane ve 2 hamamın kiralarından meydana geliyor. (s. x)

Fatih Cami ve imaretinde 1490 yılında 496 memur veya hizmetli çalışıyor. 1 117 kişi yemek yiyor. (s. xı) Külliye şehirleşmede rol oynuyor.

Defter, “Amme” (halk) vakıflarını anlatıyor. Vakıf yoluyla “halkın devletle işbirliği” söz konusu. (s. xı)

Vakıflar kamu yararı, din vb. gibi motiflere dayandıkları için dokunulmazlık kazanmışlar ve sonradan zararlı olacak tekellere yol açılmış.

1546 defterine göre amme vakıf evleri 4 000 kadar. 5 717 dükkan, 28 kervansaray ( 9’u taşrada), 19 han ( 7’si taşrada) vb. var. (s.xıı)

Hüseyin Efendi’nin tarihinden (1672 yılı ile ilgili)  bilgiler aktarılıyor. Buna göre İstanbul’da 32 150 dükkan, 1000 kadar saray, 50 kadar han var. Bu tarihte İstanbul gümrüğü 60 milyon akçeye (50 bin altına) mukataaya veriliyor. (s.xıı)

İstanbul’un iskânı için sürgünler uzun sürüyor. Mısır’ın zaptından sonra da oradan gelenler var. (s. xııı) Ayrıca Memluk “tarih ve teşkilatına ait” önemli kitaplar, insanlar (Halife dahil) getiriliyor. Ayrıca “miletlerarası dünya ticaretinin ajanları durumunda bulunan Müslüman, Hıristiyan ve Yahudi tüccar grupları” ve demirci, taşçı, dülger gibi esnaf takımı getiriliyor. (s. xııı)

Vakıflar iki kısma ayrılıyor:

A) Selatin Vakıfları;

B) Evlatlık Vakıfları. “Ölümlerinden sonra miraslarının mevcut Şeriat kaidelerinin dışında tercih ettikleri bir sistem içinde paylaşılmasını temin ve aile şeref ve bütünlüğünün esasını teşkil eden mal beraberliğinin muhafazası için bazı tedbirler almış gözükmektedirler. Tevliyat hakkının aileye inhisarı ve nisbetinin yüksek tutulması ile gelirin büyük bir kısmının uzun bir müddet aile içinde kalması ve vâkıfın istediği şekilde dağıtılması arzu edilmiştir.” (s. xxı)

Evlatlık vakıflarının (vakfı ebna) amacı miras hukukunun emredici hükümlerinden ve vasiyete ait tahditlerden kaçmaktı.

Sultan vakıfları hakkında: Kastamonu, Alaiye, Teke, Hamid, Karahisar-ı sahip livaları dahil bütün Batı Anadolu sancaklarını ihtiva eden ozamanki Anadolu eyaletinin 1530-1540 umumi geliri 79 784 960 akçe olup bu gelirin % 17’si vakıfların elindedir. Bunun da “büyük bir kısmı” sultan ve vüzera vakıfları halinde kamu yararına tahsis edilmişti. (s. xvıı)

Sultan vakıfları toprak üzerindeki köylüye de ayrıcalıklar tanıyor. “Salgundan, kürekçiden, yağcıdan, hisar yapılmasından, ulakdan, suhradan, yeniçeri alınmaktan, zahire bahasından, selamet akçesinden maden sarrafı vermekten, hülasa evamiri şerife ile gelen tekalüfün bilcümlesinden muaf ve müsellemdirler.” İdari ve mali istiklal; emin ve subaşı karışmaz. “Salb ve siyaset dahi mütevelli marifetleriyle olur.” (s. xvııı) Bazen, suistimal ile, idarî ve malî muhtariyete adlî özerklik de katılıyor. Başka yerden kaçan “fesat ve şenaat” sahiplerini koruyorlar. Devlet buna engel olmaya çalışıyor.

Barkan bunları katma bütçeli devlet işletmelerine benzetiyor. Bunlar senyörlükler gibi devlet otoritesine zıt ve rakip kurumlar değil, diyor Barkan. Tam tersine çok devletçi kurumlar.

Evlat vakıflarında hayır işi çoğu kez çok gerilere atılıyor. Önemli bir neden de “İslam miras hukukunun asillerin büyük toprak malikanelerini parçalayıcı tesirlerine karşı aile bütünlüğünü, şeref ve asalet fikrini muhafaza etmek isteyen zümrelerin” bir reaksiyonu. (Örnekler için bkz İ.Ü. Hukuk Fakültesi Mecmuası, 1940, Cilt. VII, Sayı I. Barkan bu yazısında da “asiller”den söz ediyor.) Orta ve Doğu Anadolu’da uzunca bir süre yaşamış olan Malikâne-Divanî usulüne ait örneklerde görülür ki 30-40 köyden oluşan bir köy 2-3 yıl içinde yüzlerce parçaya bölünebiliyor. Evlatlık vakıfları, bu açıdan, İslam hukukuna ve müsadere eğilimlerine karşı “toprak malikanelere sahip asillerin tepkileri(dir)” (s. xxıv) Hayır vakıflarında dahi “mütevellinin daima vakfedenin neslinden olmasının şart koşulması ve ‘ciheti tevliyyet’ olarak vakfın gelirinden bu neslin şerefini her zaman koruyabilecek şekilde büyükçe hisselerin tayini bu bakımdan manalıdır.” (s. xxıv) Müsadereden kaçış, tabii, büyük devlet ricali için söz konusu. Önemsiz kişiler miras sorununu çözmeye çalışıyor. (s. xxv)

Vakıf Kuruluşlar ve köleler.

Vakfın olanaklarından biri de “azatlı kölelerin eski sahiplerinin mirasından faydalanmalarını temin edecek yeni yollar bulunmuş olmasıdır.” (s. xxv) Buna ait bir çok örnek var.

Vakıflar ve Zaviyeler..

Vakıflarda camiler ön planda. “Sosyal münasebetlerin tanzimi ve idarî, malî işlerin görülmesinde mahalle cemaati için bir toplanma mahalli olan camilerin tamiri, muhafazası vb..” için vakıflar kuruluyor. “Mahalle camilerinin yanında, bazı semtlerde tarikat mensuplarının sıkı bir dostluk ve dayanışma duygusu ile ana tekye ve şubeleri lehine yaptıkları vakıflar da dikkati çekmektedir. Bu usulün bazı devirlerde tekyelerin büyük bir mali güce ve o nisbette siyasî ve dinî bir nüfuz ve hakimiyete sahip çıkmalarını temin etmesi, üzerinde durulmaya değer bir konu teşkil ettiğinden, bazı tarikatların malî gücünün vakıflar yoluyla nasıl teşekkül ve inkişaf etmekte olduğunu gösteren misalleri burada kısaca kaydetmeyi münasip buluyoruz.” (s. xxvıı)

Faizle İşletilen Vakıf Paraları..

1456-1551 tarihleri arasında İstanbul’da kurulan 2517 vakıftan 1161’i, yani % 46’sı münhasıran veya diğer bazı gayrimenkullerle bir arada faizle işlettirilecek paralarla kurulmuş bulunmaktadır.” (s. xxx) En öneml dönem de 1520-1546 arası. Bu dönemde bütün dönemde yatırılan 21 385 784 aköelik sermayenin 13 253 756’sı, yani % 61,97’si yatırılmış. Ayrıca tarihleri belli olmayan bir çok vakıf da bu döneme ait olabilir. (s. xxx) Genel olarak faiz haddi % 10 ve “onu on bir” diye veriliyor.  Bazen % 15’e (“onu on bir buçuk”) kadar çıkılıyor. İslam dininin yasaklamış olmasına rağmen faizcilik birtakım şer’i hile ve hukukî inceliklerle dolambaçlı yollardan resmen kabul ediliyor.” (s. XXXII)

Ribanın Yasaklanışı..

Faizciliğin uygulamada aldığı şekiller. (Alış-satış akdi: sözde bunu Peygamber de teşvik etmiş.) Osmanlı İslam hukukçuluğunun büyük otoritelerinden Ebu Yusuf’a göre caiz imiş. (s. XXXIV)

İşin ilginç yönü bir çok vakıf sadece faizle işletilecek paraya dayanıyormuş!

Bursa’da 1561’de mevcut amme vakıflarının idaresinde muhtelif gayrimenkullerden başka faizle işletilmek üzere 3 349 046 akçe bulunuyor. 1561’de bu paranın hemen hepsi faizle işletilmiş ve  333 119 akçelik gelir temin edilmiş. (s. xxxıv) Aynı yıl gayrımenkullerden alınan kira ise 547 734 akçe. (Edirne’ye ait örnekler için bkz. Belgeler; TTK. Cilt. 3, 1966. s. 3-46 Ayrıca Selçuklular için bkz. Osman Turan, Belleten, Cilt. 16, 1952.) İlhanlı hükümdarı Gazan Han bununla savaşmış. Osmanlı şeyhülislamları faiz için fetvalar da vermişler.

XVI. ve XVII. asırlarda faizle işletilen sermaye yatırımlarını dinî gayelerle yapılan vakıflar dışında da mümkündür.

Esnaf cemiyetleri, yeniçeriler.

Yeniçeri teşkilatında her ortanın bir tasarruf ve yardımlaşma sandığı mahiyetinde bir kurumları mevcuttur ki, yoldaşlar terfi ve terakki gibi vesilelerle buraya “düzen akçesi” atıyorlar. Para faizle işletiliyor ve savaşa giderken eşyaları taşımak için alınacak yük hayvanları gibi fevkalade masraflarda kullanılıyor. Ayrıca yeniçerilerin hayat pahalılığı (enflasyon) ile mücadele için, “bazı varlıklı yeniçerilerin ramazan ta’amı, kandil ve odun parası şeklinde  tahsis ettikleri vakıf paraları” da var. (s. xxxvıı) Ocak tarafından, ölen yeniçerilerin yetim çocuklarına ait miras mallarına da el konuluyor.

Bunların dışında murabahacılık da sosyal bir afet olarak bütün şiddetiyle mevcut. Zaruret hallerinde yakaladıkları borçlu köylülerin mallarına bu yolla el konuluyor. (Bkz. Akdağ; Belleten, sayı. 55) Köylüler gayrimeşru kredi avansları ile borçlandırılıyor. Devlet fermanlarla, % 30-60 faiz alan “ribahor”larla savaşıyor.

BARKAN, ÖMER LÜTFÜ; Timar; İslam Ansiklopedisi.

XVI. yüzyılda savaşa giden timarlı sipahiler çok azalmışlar. Bir anonim risaleye göre Rumeli’de otuz bin üzerinden 2 000, Anadolu’da 18 700 üzerinden 1000 kişi gitmiş). II. Mehmet zamanında Haçova muharebesine katılmayanların sayısı 30 000 (yazar abartılı buluyor). Bunlara idam, müsadere vb. gibi cezalar verilmiş. Bunların çoğu Celalîlere katılmış.

Devlet her fırsattan yararlanarak timar gelirlerini devlete aktarmaya çalışıyor. 1715’deki bir yoklamaya göre Erzurum eyaletindeki timarlılardan 1517’si köyleri harap olduğundan sahipleri tarafından terk edilmişler. 602’si de sefere katılmamışlar.. Böylece 2119 timar mukataa haline gelmiş; yani tüm timarların % 40’ı. Bu suretle el konulan timarların % 76’sının azami geliri 3 000 akçeyi geçmeyen timarlar oluşu, buhranın daha ziyade küçük timar sahipleri arasında olduğunu gösteriyor. (s. 328)

I. Abdülhamit saltanatı başlarında (1777) ıslahat çabaları görülüyor. Timar tevcihlerinde söz sahibi olan sancak alaybeylerini tekrar geleneklere ve sisteme bağlı kimselere tevdi etmek isteniyor. 1791’de de eski sisteme yönelik bir ıslahat kanunu çıktı. Aynı tarihte (1791) başka bir layiha da hiçbir askeri değeri kalmayan sistemin toptan tasfiyesini öneriyor. 1804’te devlet tarafından el konan 3575 timardan 2047’si seferde sahipleri bulunmadıkları için devletleştirildi. Ayrıca 903 yüksek gelirli timarın gelirine de Levent çiftliğinde talim görmekte olan Nizamı Cedid askerleri için el kondu. (Bkz. B. Mutavcieva, s. 36) Bu 3575 timardan 2496’sının geliri iltizam usulü ile toplanıyor veya 5-6 yıllık geliri karşılığı malikane olarak veriliyor. Geriye kalan 1079 tanesi ise İradı Cedid Hazinesi adına “emanet” ile idare ediliyor. Mültezim idaresi devreye Ermeni sarrafları soktu.

1825 tarihli bir Hattı Hümayun’a göre timar sistemi gitgide daha güçsüz ve itibarsız! 1827’de Anadolu ve Rumeli’deki 53 Liva’dan 5 200 kadar timarlı sipahi kendi timar gelirleriyle “Asakiri Mansure Süvarisi” haline sokuluyorlar. Ancak gelirler çoğu kez buna dahi yetmiyor. Bazıları da jandarma görevine (ayrıca vergi tahsili, kale topçuluğu vb) kaydırıldılar.

Sistem, yeniden kimseye timar verilmiyerek, tabii ölümle öldü!!

BARKAN, ÖMER LÜTFÜ; Çiftlik; İslam Ansiklopedisi, 1945, cilt: 3, cüz: 25.

Barkan, bu yazısında şu önemli saptamayı yapıyor: “Kendi vasıtaları ile tarlası üzerinde çalışan müstakil köylü işletmeleri İmparatorluk için çok verimli bir vergi mevzuu teşkil ettiği kadar, siyasi ve içtimai bir gaye olduğu için, bu işletmelere ait olan çift resminin serbest satış veya hudutsuz bir verasetle intikalde toprağın parçalanması neticesi olarak kaybolması tehlikesinin, parça halinde toprak alım satımının menedilmesi için en büyük bir sebep olduğunu kanunnameler zikretmektedir”.

Sipahiler hassa çiftliklerini kendileri (kılıç yeri) kendileri işlemezlerse “tamamen şahsi ve serbest bir anlaşma usulü ile” kiraya verebiliyorlar. (Yerel adetlere göre “ortakçılık” şeklini alıyor.) Daha sonra toprak sistemi bozulduktan sonra beylerin ya da mütegallibenin çiftlikleri ele geçirdikleri anlatılıyor.