ŞEMSEDDİN SAMİ

ANASAYFA

ŞEMSEDDİN SAMİ; Kamusu Frensevi; Fransızca-Türkçe Lügat, 1885. (İlk baskı 1882)

Lügatta sosyal ve siyasal içerikli bazı kavramların karşılıkları:

Despotisme: İstibdad; (Bianchi’nin 1843 tarihli Fransızca-Türkçe sözlüğünde: “Başlı başına hükümet; hükümeti mutlaka; istiklal; teferrüt; buyurma; hükm; tasallut karşılıkları bulunuyor)

Tyrannie:  Zulüm, gaddarlık;

Réformiste: Umuru medeniye ve siyasiye veya mezhebiyede tadilat ve ıslahat icrası taraftarı;

Justice: adl, adalet, hakkaniyet, hak; hükümet, kanun;

Loi: Kanun, nizam, şer’i, şeriat.

Démocratie: lügatte karşılığı yok;

Liberté: Serbestlik, serbesti, azadlık, istiklal, ihtiyar, mezuniyet;

Libre: serbest, faili muhtar, hür, hürriyete nail, müstakil kimse;

Constitution: Usulü hükümet, meşrutiyet idare kanunu;

Aristocrate: Asil, ayan ve eşraftan adam;

Monarchie: Bir hükümdar marifetiyle idare olunmak usulü hükümeti. Hükümeti mutlaka; saltanat, bu suretle idare olunan devlet;

National: Bir kavim ve ümmete mensup ve müteallik veya mahsus ve münhasır olan; milli;

Nationalisme: Karşılığı mevcut değil;

Liberalisme: Serbesti taraftarlığı; serbestiyi fikir ve usul; efkarı serbesti;

Socialisme: Beynel-nas bir mezhep ve iştiraki umumi teşkiliyle ahvali alemi ve hususiyle mülk ve servet maddelerini başka bir surete ifrağ etmek maksadıyla müteşekkil bir tarik ve cemiyeti mahsusa;

Communisme: Karşılığı yok;

Moderne: Yeni, cedid, müteahhir; elyevm mer’ül icra olan;

Révolutionnaire: İhtilal ve inkılap taraftarı;

Anarchie: Karşılığı yok;

Ordre: Nizam, asayiş.

—- Aynı yazar; Medeniyet-i İslamiye; yayına hazırlayan Remzi Demir; Ankara, Gündoğan, 1996. (İlk baskı 1879)

Küçük, fakat aydınlatıcı bir eser. Osmanlılar tarafından yazılmış ilk medeniyet tarihlerinden biri.

“O dönemlerde bütün Avrupa milletlerinin bilim ve edebiyat dili Latince olduğu gibi, bütün İslam milletlerinin bilim ve edebiyat dili de Arapça idi. Farsça ve Türkçe yalnız şiir ve ahlaka ve halka ait bir takım ufak tefek şeylere mahsus olup, bilimlere ilişkin eser veren Fars ve Türk bilginleri de diğer İslam milletleri gibi, Arap dilini kullanmışlardı.” (s. 21). Arap medeniyeti diyenler yanılıyorlar; “mesela İbn Sina’nın İranlı, filozof Farabi’nin Türk ve bu medeniyeti Avrupalıların gözüne çarpacak surette gösteren Selahattin Eyyubi’nin Kürt olduğunu bilselerdi” bu iddialarından vaz geçerlerdi (s. 22).

Eski Yunan eserlerinin Abbasi halifeleri tarafından keşfi ve yayılması övülerek anlatılıyor. Özellikle Ebu Cafer ile yedinci halife Memun arası altın çağ olarak belirtiliyor: “Memun’un hilafeti zamanında bilimler Müslümanlar arasında o derece gelişti ve yayıldı ki bu halifenin devri İslam medeniyeti tarihinin en parlak sahifesi haline geldi; Eski Yunan tarihinde Perikles Devri nasıl bir saadet devri sayılırsa İslam tarihinde de Memun’un devri öyle mesut bir devir sayılsa yeridir.” (s. 34)

Eserde “mutezile”nin adı “felsefi akımlar” (Tabiîyyun, Dehriyyun, Mutezile, Sûfiyyun, Mütekellimun) arasında geçiyor. (s. 86) Kelam, Akaid ve Tefsir ilimlerinde sayılan alimler arsında “mutezileden” bir çok alimin adı da geçiyor.

“Avrupalılar hayli vakit Müslümanların felsefeyi Kuran-ı Kerim’e muhalif bularak kabul etmediklerini zannetmişlerse de, nihayet İslam bilginlerinin Hikmet’e ilişkin eserlerini görüp, Müslümanların bu ilimde de ne kadar ileri gitmiş olduklarını ve hikmet kaynağı olan Kuran-ı Kerim’in hikmeti yasaklayamayacağını ve bilakis hikmeti her sahifesinde emir ve tavsiye ettiğini anladılar.” (s. 84)

Gazali’nin (“Hüccet’ül İslam”) felsefeye karşı tutumu da övülüyor. Deniliyor ki “kendisinin filozoflar hakkında itirazları içeren bir kitap yazmasından filozoflar aleyhinde bulunduğu sanılmış ise de, söz konusu kitap filozofların fikirlerini çürütmeyip, bazısının fikirlerinin diğerlerinin fikirlerine muhalif olduğunu, yani birbirlerini çürüttüklerini beyan etmiştir.” (s. 86)

Tıpta Harun el-Reşid’in hekimi Yahya ibn Miskeveyh 30 cilt kadar “muteber” eser vermiş; öğrencilerinden Huneyn, Yunan’a gönderilerek oradan Hipokrat ve Galenos’un eserleriyle dönmüş. Bunlar Arapçaya çevrilmiş. (s. 79)