AKÇURA, YUSUF

AKÇURA, YUSUF; Osmanlı Devleti’nin Dağılma Devri (XVIII. ve XIX. asırlarda); Ankara, Türk Tarih Kurumu, 1988 (ilk baskı 1940).

Yazarın ölümü ile yarım kalmış bir eser. III. Selim ve Kabakçı ayaklanmasına kadar geliyor.

Akçura eserini sunarken eski “bazı müverrihlerin”  Osmanlı tarihini “Teessüs ve tezelzül”, “İntibah ve teeyyüt”, “Şükûh ve ikbal”, “Tevakkuf ve teşettüt” gibi dönemlere ayırdıklarını söylüyor. Son dönemde de okullarda okutulan kitaplarda bu tarih dört dönem halinde veriliyormuş: Kuruluş; İmparatorluk; inhitat; inhilal ve inkıraz! (s. 1).

Yazarın kendisi “dağılma nedenleri”ni 22 madde halinde topluyor. Reform/Rönesans ve buharlı makineyle yükselişe geçen Avrupa’ya ayak uyduramamak; medrese eğitimin devamı ile cehaletin süregelmesi;  “Türklerde tabii bir haslet olan istila ve tevessü arzusunu, ihtişam ve azamet emelini tatmin etmek” için girişilen harpların artık varidat kaynağı olmaması; büyük devletlerin yaptığı gibi, Osmanlı’nın “tebaasını maddi, manevi tesirlerle uzlaştırarak birleştirmeye muvaffak olamaması”; aksine, onlara, kapitülasyonlar aracılığıyla  büyük devletlerin sahip çıkması vb.. (s. 6-7). Sonra da hayli sınırlı bir kaynakçaya dayanılarak gelişmeler daha çok dış politika açısından anlatılıyor.  Yazar ilk baskısı 1940’ta yapılan bu eserinde egemen “Islahat” ya da “modernleşme” tarihi anlayışından çok farklı bir tablo çiziyor. İlk dış borçlanma girişimi de (sonuç alınamadan) II. Selim zamanında yapılmış. Bu konuda Abdurrahman Şeref Bey’in Tarihi Osmanî Encümeni Mecmuası’nda (Sene v; s. 321-337) çıkan incelemesine gönderme yapılıyor.

III. Selim dönemi, Fransız İhtilali’nin etkileri, “1807 irticaı” ve Kabakçı isyanı hakkında ilginç bilgiler var. Akçura, bu “yamaklar kıyamı”nın, Yeniçeri kırımı söylentilerinin ötesinde iktisadi nedenleri de (“mütemadi para sıkıntısı olmasına rağmen lüzumsuz masraflardan çekinilmemesi”) olduğunu yazıyor. İsyancılar Büyükdere’de toplanarak örgütleniyor ve Kabakçı Mustafa Çavuş’u da reis seçiyorlar. Daha sonraki toplantılarında da önemli kararlar alıyorlar. Hangi dinden olursa olsun kimsenin mal, can ve ırzına dokunulmayacak; sadece Şeyhülislam kapısından tasdik olunan talepler dikkate alınacak; Etmeydanı’nda toplanılacak ve talepler kabul edilmedikçe dağılınmayacak! Bunlara da uyuluyor! “Dükkânlar kapanmasın!”, deniyor; gerçekten de kapanmıyor ve kimseye de dokunulmuyor. (s. 148). Başlangıçta dört beş yüz kişilik asiler yürüyüş sırasında iki bine çıkıyor.

Bu isyanın nedenlerinden “en mühimi bizzat padişahın tabiat, seciye ve ahlakça noksanları gibi görünüyor”. Bu nedenle III. Selim etrafına da seciyesiz ve yeteneksiz adamlar topladı. (s. 154). Babası III. Mustafa müneccimlere çok düşkündü; hatta onların yorumları ile oğlunun “cihangir olacağına” bile inanmıştı. (s. 156). Ve bu nedenle I. Abdülhamid’i yok edip onu sultan yapmayı düşünüyor.  Aslında ıslahat istiyor ve bu konuda en çok da askeri ıslahat ve para ayarını sağlamayı düşünüyor; fakat (12 yaşında kafese giren Selim) bunları gerçekleştirecek “zekâ ve malumat”tan yoksun! “Şehzadelik zamanında mahkum bulunduğu hürriyet ve irade mahdutluğu ile, padişah olunca eline geçen mutlak irade ve hürriyet arasında husule gelen şiddetli tezat kuvvetli insanların bile akli muvazenelerinin muhafazasını müşkülleştirir” (s. 158-159). Tahta çıktığında ulema ve devlet adamlarından, Fransız ihtilalinin “cahier”leri gibi, ıslahat layihaları istiyor. Gelen layihalar hep askeri ıslahat (asker tanzimi, maaş, topçu, kumbaracı gibi ocakların ıslahı) ile ilgili. Bunlardan sadece kazasker Tatarcık Abdullah Efendi’nin layihası iktisadi ve mali konulara da değiniyor. (s. 41-42).

Daha III. Selim zamanında Saray-Babıali ayrışması başlamıştı. Örneğin sadaret müsteşarlığında bulunan İbrahim Kâhya “Padişah’a fevkalade intisabı dolayısıyla fiilen sadrazamların fevkinde bir mevki tutmuş bulunuyordu”. Akçura bunu II. Abdülhamid dönemindeki kâtip İzzet Holo’nun durumuna benzetiyor (s. 159).