ROLLAND, CHARLES; La Turquie Contemporaine, Paris, Pagnerre, 1854.
Kendisine Sultan Abdülmecid tarafından bir çiftlik bağışlanan Fransız şair ve siyaset adamı Lamartine’in temsilcisi. Çiftlikle ilgili olarak Osmanlı Devleti’ni 1852’de ikinci kez ziyaret ediyor.
Charles Rolland, daha başlangıçta dünya görüşünü şöyle ifade ediyor: “Türkiye davasının gerçekte tüm dünyanın dini, sivil ve entelektüel davası olup olmadığını inceleyelim!” (s. 3). Yazar buna olumlu yanıt veriyor. Fransız Devrimi dünyayı ikiye böldü. “Bugün, bütün çıkarlara ve diplomatik oyunlara rağmen, öncelikle Avrupa’da özgürlük ve ve despotizm partileri var” (despotizmi Rus çarlığı ile Avusturya imparatorluğu temsil ediyor) (s. 3).
Rusya’nın Osmanlı topraklarını işgali “bugüne kadar özgürlüğe karşı en korkunç ve, eğer iyi düşünülürse, en doğrudan tehlikeyi teşkil diyor” (s. 4). “(Türkiye’nin) konumu ve ağırlığı, pasif olarak, çatışmaların durmasını ve kuvvetlerin dengesini sağlıyordu” (s. 4). Lamartine de bunu istiyor; hatta “1848’de Lamartine başlattı”. O sırada bakan olan Lamartine, Sultan’a aynen (textuellement), “Fransa’nın ordusuna, donanmasına ve diplomasisine aynen kendisinin gibiymiş gibi bakmasını” yazdı. (s. 4). “Bugün kim anlamıyor ki, eğer Doğu Rusların eline geçerse ilk savaş alanı bizim sınırlarımızda açılacak”. Osmanlı İmparatorluğu “bizler için, ulusallığı, kurumları, inançları, felsefeyi, siyasal ve ahlaki yetkinliği savunuyor” (s. 5).
Yazar Lamartine’in Burgaz Ova’sı için görüşmeler yapıyor; kredi arıyor. Londra ve Brüksel’den Burgaz Ova’ya “kapitalistler” götürüyor (s. 93).
Burgaz Ova’nın merkezi Akmeşed. İkinci gelişinde her şey değişmiş. Kendisine on tane süvari refakat ediyor; ekilen arazi üç katına çıkmış; konak yeniden yapılmış. Daha önceki malik Yakup Paşa ölmüş.
İşçi ücretleri 3-4 kuruş (bir kuruş, 22 santim). (s. 94). Konağın 10-12 odası var. Yerliler yeni patrona “büyük çelebi” adını vermişler. Türkiye’de şato denilen şey bir çiftlik. Konağın çevresi 40-50 hektarlık bir park. Binalar, duvarlar ve bir de küçük göl var. Etrafta limon ağaçları, kavaklar, çınarlar, serviler, söğüt büyüklüğünde zeytin ağaçları, dut ağaçları birbirine karışıyorlar (s. 95). Bu topraklarda tütün, pamuk, haşhaş ve kızılkök de ekilebilir.
“Sultanın Lamartine’e yaptığı hediye, bir dereceye kadar, papaların Ortaçağ sonlarında Portekiz ve Kastilya krallıklarına yaptıkları hediyeye benziyor” (s. 99).
Ova iki dağ silsilesi arasında, humuslu topraklı bir vadi. İzmir Tyra arasında; Bayındır boya atölyelerine buradan geçiliyor; Suriye kervanları bile buradan geçiyor. Fakat insan eli, emeği yok; “primitif dünyaların bakir ülkeleri” izlenimi veriyor. 20 bin kişinin yaşayabileceği ovada 400 kişi yaşıyor. Altı köycükten (hameaux) oluşuyor: Tulum, Subaşıköy, Rahmanlar, Hayreddin, Yeni çiftlik. (s. 100). Kürdistan’dan yıllık seyahatlerini yapan Kürt göçebeler de var. Yazar bunların sefilane tablosunu çiziyor (s. 101).
Kahya tahakkuk etmiş vergileri tahsil ediyor. Az çok bir komünün belediye başkanına benzeyen ağa da öşürü topluyor (s. 103).
“Toplumsal organizasyonun temelinde yatan ve onu biçimlendiren toprak örgütlenmesi bir feodal kalıntı çağrışımı yapıyor” (soyadını bile reddeden “demokratik geleneklere” rağmen). Toprak küçük ellerde toplanmış. İki türlü toprak sahibi mevcut: 1) Camiler, cemaatler, hastaneler, dini tarikatler. (Bunlar toprağın 1/3 kadarına sahip); 2) gerisine de paşalar, bankerler, ulema, yüksek memurlar sahip (s. 104). Köylüler mülk sahipliği istemiyorlar. Vergi keyfiliğinden korkuyorlar. Bunun yerine, gedik adı altında büyük bir para ödeyerek bir tarlanın, evin ya da bakkal dükanının birkaç yıllık kullanma hakkını alıyorlar. Fakat bunu yapan az. Çoğu büyük mülkler üzerinde yaşıyor (s. 104). Sermaye çok kıt; basit borçlarda % 10-12; iş borçlanmalarında % 20-30 faiz alınıyor (s. 105). Yol ve taşıt araçlarının kıtlığı limanlara gelen malların fiyatını çok yükseltiyor ve bu yüzden çok kârlı olmuyor. Zenginler bu yüzden fazla para harcamıyor; toprakların en verimli yerlerinde kahya yönetiminde bir iki çiftlik kuruyorlar. Zengin köylüler gedik alıyor, özgür bir toprağa yerleşiyor. Ürünün 1/6 veya 1/7’sini vergi (aidat) olarak veriyorlar. Geri kalan yoksul köylü kitlesiyle Fransa’daki yarıcılık (culture à moitié fruit) anlaşması yapılıyor. Öşürden sonra ürün ikiye ayrılıyor (s. 106). Sadece bir sabanı çalıştırmak için 300-350 Frank (1 600 kuruş) lazım. Buna hayvan ve materyel dahil. Bu rakam tüm köylüleri yarıcı yapmak için ne muazzam fonlara sahip olmak gerektiğini ortaya koyuyor. Köylülerin çoğu bir küçük toprak parçasını belle (à la bêche) ekiyorlar; ihtiyaç halinde komşularına parayla hizmet ediyorlar; ya da hayvancılık, arıcılık, sülük ticareti gibi işlerle uğraşıyorlar (s. 106).
Yakup Paşa’nın ölümünden sonra alacaklı ve mirasçı yüzünden çiftlik harap olmuş (s. 107). Yol, araç yokluğu hayvancılığı çok geriletti. 1841’de Bayındır’da 39 baş hayvanı olan birinin bu kez 120 hayvanı varmış. Bu arada Çingene, Kürt ve Yürüklerle ilgili ilginç betimlemeler var.
“Tevekkül ve stoacılık belki de Osmanlıların yenilenmesine (régénération) engel olan en büyük engel” (s. 108).
Osmanlı bütçesinin başlıca beş kaynağı var: 1) Gümrük vergisi (ihracat % 12, ithalat % 5); 2) Duhuliye (giriş) vergisi (patente), esnaf vregisi (octroi); 3) Haraç; 4) Öşür; 5) Salgın. Bunlardan en korkuncu “salgın” vergisi. Bu para olarak belli bir zaman ödenen ve en eşitsiz paylaştırılan olağanüstü vergi (s. 110). Eskiden Divan her eyalet için; her eyalet sancaklar için; her sancak kazalar için; kazalar da köyler için bir “yekûn ve paylaştırma” yapıyordu (“somme et partage” sistemi). Yani her köy bir yekun ödeyecek. Köy heyeti her sabanı, sonra da her köylüyü gelirine göre vergilendiriyor. Hükümet hep aynı meblağı istediği için nüfus çoğalması vergiyi azaltıcı, nüfus azalması da vergiyi artırıcı etki yapıyor (s. 110).
Burgaz Ova inanılmaz bir potansiyel taşıyor. Rolland, “eğer tasarılarım gerçekleşirse” diyor, burada bin koşumluk hububat dışında, pamuk, kızılkök, dut, Tulum köyü eteklerinde üzüm de ekilecek; arıcılık, değirmencilik, sülükcülük, bakaliye vb yapılacak. Ayrıca 6 000 baş öküz, koyun vb için mera olacak (s. 111). On yılda Burgaz Ova’nın rantı 200 bin frangı geçecek. Fakat bunun için şimdiden 500 bin franklık yatırım (sulama, depo, mesken vb) gerekiyor.
Rolland’ın verdiği bazı ölçüler (Akmeşed, Temmuz 1852 itibariyle):
Bir çift öküz: 700-800 kuruş (160-180 Frs); bir sapan ortalama 60-70 dönüm ekebilir (5-6 hektar); Buğday tohumluğu: 10 hektolitre (60 ayar) = 500-600 kuruş (110-130 Frs); İşgücü (rekolte için) 500-600 kuruş (110-130 Frs); ödenecek faiz (% 10 hesabıyla) 160-180 kuruş (35-40 Frs). Böylece bir sabanı çalıştırmak için 1750 kuruş=400 Frs. gerekiyor (s. 112).
İzmir’de sülük ticareti çok gelişmiş; özellikle çingeneler istismar ediyor. Eskiden sülük iltizamı (bataklıklar devletin) “milyonlarca kuruş ödenerek” alınırdı. Artık yağma karşısında kimse almıyor (1852’de talip çıkmamış) (s. 115). Burgaz, Bayındır ve Tyra’da sülüğün okkası 60 kuruş; İzmir’de ise 100 kuruş. Çingenelere kavası yaklaşınca yazara küfürler ediyorlar: “Köpeksiniz, Sultanı soyuyorsunuz, diyorlar; kendilerininde sultanın mallarından yararlanma hakları olduğunu söylüyorlar (s. 117). Yazar yürükleri dindar ve sadık tutumları ile övüyor
Charles Rolland da İzmir’den, o sırada da dendiği gibi, “Giavourna İsmir” diye söz ediyor. Yazarın beklediği kapitalistler gelmiyorlar. Bu sırada Reşit Paşa’nın gücü “büyük tehdit altında”; en iyi dostu Ahmet Vefik Paşa da İran’a elçi tayin edilmiş. Théophile Gautier, “esmer teni, şişmanlamaya başlamış hali, düğmeli redingotu ve gelir gelmez çirkin saç görünümüzü sakladığı fesi ile, gavurlar arasında tek Türk’ü teşkil ediyordu” (s. 143).
İstanbul üç yıldır felaketler yüzünden çok fakirleşti. Para çok az. Kuruş bile nominal değerinin ¼’üne indi (s. 143).
Yazar bir karagöz temsiline gidiyor. Söyledikleri: “Bu iğrenç utanmazlıklar ve ısırıcı alaylar karışımı, Türkiye’de, neredeyse halkın tiyatro dehasının tek tezahürü ve yarattığı biricik üründür” (s. 149).
İran’a giden Ahmet Vefik Efendi Rumelihisarda oturuyor. Üç yıl önce Burgaz Ova konusunda kendisine yardım etmiş. Evinde İngiliz usulü çay içiliyor. Çok uygar; tek karılı. Kapitalist çekmek için kendisinden yardım istemiş; o da kendisini Reşit Paşa’nın Balta Limanı’ndaki yalısına götürmüş. Vefik Paşa, bütün Doğu dilleri dışında Fransızca, İngilizce ve İtalyanca’yı “ender bir yetkinlikle” konuşuyor. Tercüme Bürosu şefi. Batı idari yapısı hakkında çok iyi bilgilere sahip. Tanzimat’ın tehlikede olmadığını, ültraların çok küçük bir azınlık olduğunu ifade ediyor (s. 152).
“Türkler arasındaki yetkin espriler kişiliklerinin batılı kişilik tarafından çarçabuk özümlenmesinden korkuyorlar” (s. 154). Gayri-müslimler yakın geçmişte olup bitenlerden dolayı “Abdülmecid’in onlara güvenemeyeceği kadar” Müslümanlardan nefret ediyorlar (s. 154).
Yazar Balta Limanı’nda Mustafa Reşit Paşa’nın modern çiftliğini anlatıyor.Bu “çiftliklerde Doğulu doğa Batı bilimi ile buluşuyor” (s. 155). “Avrupa tipi çiftlikler peş peşe sıralanıyordu; çevrede de öküzlerin, mandaların, develerin, atların arasında büyük, siyah deve kuşlarının öne çıktığı sayısız kümes hayvanı yer alıyordu. Tarım merkezlerini iyi bakımlı bir yol şebekesi birbirine bağlıyordu ve akıllıca yapılmış bir sulama sistemi de suları en verimli şekilde paylaştırıyordu. Nihayet, şurada burada, Grignon’un bazı öğrencilerinin yönetimindeki bir kısım yerli ekicilerin Fransa’dan yollanmış bazı araçlar kullandıklarını görüyorduk.” Bu arada da İtalyan tarzı çok güzel bir konak yapılıyor. “Köprüler ve geçitler şimdiden binaları ve bahçeleri birleştiriyor; taş ve mermer kullanımı sayesinde bu konak Boğaz’ın harikalarından biri olacak.” Yazar ahşap yerine mermer iyi ama, diye soruyor, “milli zevk yerine onun yerini tutmayacak bir stil getirmenin anlamı ne?” (s. 155-156). Konakta Lamartine’in çiftliği konuşulurken İngiliz yanlısı Fenerli Rum, Samos Prensi Vogorides geliyor.
Yazar bütçeyi veriyor:
Toplam bütçe geliri: 731 000 000 Kuruş;
Padişah ödeneği (Liste Civile): 60 000 000 krş;
Hanedan ailesi: 9 000 000 krş;
Ordu: 300 000 00 krş;
Donanma: 37 000 000 krş;
Savaş malzemesi (kale vb): 32 000 000 krş;
Tüm memur maaşları: 200 000 000 krş.
Elçilikler, konsolosluklar: 12 000 000 krş;
Bayındırlık işleri, tarım: 14 000 000 krş;
Vakıflara sübvansiyon: 12 000 000 krş.
Kaime faizleri, bankaya süb. 55 000 000 krş
ve emeklilik alacakları (s. 401).