
FİNDLEY, CARTER Vaughn (1941-..); Bureaucratic Reform in the Ottoman Empire: The Sublime Porte 1789-1922; Princeton, 1980.
Türkçesi: Osmanlı İmparatorluğunda Bürokratik Reform; Babıâli 1789-1922; İstanbul, Alfa yayınları, 2019. (Alıntılar özgün baskıdan).
Yazar kitabının önsözünde Osmanlı reformlarını şöyle sunuyor: “XIX. yüzyıl reformcuları reformları ilan etmede, gerçekte nasıl yürürlüğe konulacağını düzenlemekten; düzenlemekte de onların nasıl uygulandıklarını kaydetmekten daha çabuk davranıyorlardı” deniyor. (s. XVIII)
Giriş’te Cumhuriyet, bu reformlara bağlanıyor. “XIX. yüzyıl Osmanlı reformları sadece Osmanlı İmparatorluğu ve Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından değil İslam dünyasının tüm islamî geleneği tarihî açısından da merkezi bir önem taşıyor.” (s. 4)
Yazar Osmanlı sistemini Weber’ci anlamda “patrimonyal” olarak niteliyor. (s. 6)
Yönetici sınıf (Ruling class) vergi muafiyeti gibi bir takım ayrıcalıklara sahipler. Fakat en önemlisi iktidarı ellerinde bulunduruyorlar. Yine de hukuken kul (“slaves”) statüsündeler. (s. 14) Bazıları (örneğin yeniçeriler) köken itibarıyla köleler; fakat böyle olmadıkları durumlarda bile Sultanın hizmetine girince onun kulu (kölesi) oluyorlar. “Sadece ulema kategorisi bir çeşit istisna teşkil ediyor” (s. 14) “Nadir ve kısmî istisnalar dışında siyasal güç, zenginlik ve yüksek statü sadece Sultanın müsaadesiyle ve sadece askerî sınıfın üst kademelerinde bir araya geliyor. Bu yüzden ‘seçkinler’ kavramıyla ‘yönetici sınıf’ (‘Ruling class’) kavramları ayrılmalıdır.” (s. 15) “Birincisi kolektif bir kulluk kimliği altında yaşayan görevlileri (‘officials’) ifade ediyor; ikincisi ise kavramın her kullanılışında temeli özel bir şekilde açıklanması gereken bir çeşit göreli ayrıma tekabül ediyor.” (s. 15)
Yönetici sınıf dört branştan oluşuyor: 1) Seyfiye; 2) İlmiye; 3) Kalemiye; 4) Mülkiye (aslında “kalemiye”nin XIX. yüzyılda aldığı şekil) (s. 15) Bütün bunlar “merkez”i oluşturuyor ve “periferinin hasım çıkarlarına karşı bütünlüğünü korumaya çalışıyor”. Karşı denge modelleri ortaya çıkınca Merkez bunlarla savaşıp bunları kontrol altına almaya çalışıyor. (Yazar bu modeller için Gibb ve Bowen’e gönderme yapıyor; I, 159) (Fakat kitabet hizmeti için üçünü incelemek yeter; sonra da sivil bürokrasiyi)
Yazar eski Yunan felsefesinden gelen “erkân” ayrımını (‘estate’, like ‘elements’) ciddiye almıyor. Ona göre bu (askerler, din adamları, tüccarlar ve tarımla uğraşanlar ayrımı) bazı çağdaş yazarları yanılttı. Burada da “Ortadoğu devletleri” kavramı” kullanılıyor. (s. 355, 30 no’lu dipnotu; referans: Eisenstadt; Convergence and Divergence; 10-27). Temel (model) dayanakları: 1) Özerk dini cemaatlar modeli; 2) Loncalar modeli (Gabriel Baer’e gönderme yapılıyor); 3) “Patrimonial Household” modeli. Kullar hem köle (slave) hem de sultanın belli iktidarı ve buna bağlı kazançları kendisine delege ettiği ve böylece kendi “household”una sahip olan kimseler. Tabii bu son durum “en çok” piramidin en üst kesimlerinde görülüyor. Bunlar sultanı model alıyorlar. (s. 31) (Bkz. Metin Kunt; Sancaktan Eyalete; 1975; Ottoman Vezir and Pasha Household; Journal of the American Oriental Studies, 1974, XCIV; s. 438-447. Yine Metin Kunt’un “Kulların Kulları” başlıklı makalesine gönderme) (s. 33) Patrimonyal konaklar gruplaşıp entrikalar da yapıyor. Bunun dışında bir de intisap ilişkileri var.
Gibb ve Lybyer’in dikotomik ayrımının “sadece kağıt üzerinde mevcut” olduğunu ilan ettiler; fakat aynen benimsediler. Buna karşılık Lewis, Thomas ve N. İtzkowitz eleştirdiler. (s. 44) Yazara göre başlangıçta gazi geleneği içinde sadece yöneticinin konağı (household’u) vardı. Bunun dışında bürokrasi yoktu. (s. 46) Yönetici zümrenin sınıflara ayrılması XIV. yüzyılın ikinci yarısından itibaren gerçekleşti. Bir yandan diğer gazi beylikleri (so-called Turkish aristocracy) özümlendi; öte yandan saray örgütü gelişti ve medreselerle ilmiye ortaya çıktı. İtzkowitz ve Thomas şurda haklılar: Bir yanda kullar, öbür yanda Müslümanlardan oluşan katı bir ayrım yok. Olan şu: İmparatorlukla beraber XIV. yüzyıldaki hizmetler değişti ve çöktü. Saray’daki Enderun ve Birun servislerinden Birun, yani sultanın dış ilişkilerini yürüten servis daha da genişledi. Birun’un unsurları İstanbul’un fethinden 1500’lerin sonuna kadar baş vezirliğe egemen oldular. (s. 48) Fakat zamanla ayrılma başladı ve saray teşkilatının unsurları olmaktan çıktılar. Saray hizmetlerinin özü harem ve enderundan ibaret kaldı. (s. 49) Burada ağalar (Babüssaade ağası, kapı ağası vb.) egemen durumdalar. XVI. yüzyıl sonunda babüssaade ağası yetkilerinin önemli bir kısmını yeni ortaya çıkan (emergent) Kızlar ağasına kaptırdı. Sultanla diğer hizmetliler arasındaki iletişimi sağlamak yetkisi de vardı. (s. 49)
XVIII. yüzyılda enderunun Has odası (başkanı silahdar ağa) gelişti. Saray sekreterliği halini aldı. III. Ahmet döneminde (1703-1730) silahdar ağa egemen oldu. II. Mahmud zamanında da egemenliğini pekiştirdi. Artık bunlar Müslümanlar. (s. 50) Bu durum saray hizmetlerinin niteliğini değiştirdi. Bu hizmetler içinde yeni bir liderlik doğdu. XVIII. yüzyıl sonunda sekreterler birkaç onu, hadımlar birkaç yüzü, tüm saray mensupları da birkaç bini geçmiyordu. (s. 50)
Dönemleme:
1) 1300-1350. sadece sultan sarayı (Household’u) var; bir ayrışma mevcut değil;
2) 1350-1600. Yeni saray ve kâtiplik hizmetlerinin ortaya çıkmasıyla yönetici sınıf, dini, askeri-idari kuruluşlar hakimiyetine girdi (Katiplik hizmeti 1350’den sonra tedricen doğdu. Nişancı, tezkereci, divitdar, defter emini ve bunların başında da reis’ül küttap var). 1530’a ait, Barkan’ın sunduğu bir belgeye göre Katiplik hizmetinde 50 katip, 33 çırak var. Oysa askeri-idari sınıf aynı tarihte 25 000 (timarlı sipahiler de dahil) kişi. (s. 53) Findley, Lybyer’ın dikotomisine 1350-1600 arsı dönem için katılıyor. (s. 57) Çöküntü ile birlikte en az üç branş oluşuyor. Hızla büyüyen ve yetkileri artan kalemiye en önemli hale geliyor. (s. 57) Reissülküttap bu süreçte bir dışişleri bakanı haline geliyor. XVIII. yüzyıl sonunda, çoğu Hazine’de olmak üzere, tüm kitabet memurları 1000-1500 kişi. (s. 56)
3) Bozulma dönemi (1600-1789): Dini, daha çok da askeri-idari kurumların bozulması; aynı anda saray ve katipliğin (Nişancı) yükselmesi.
“Saray hizmetinin ortaya çıkması hükümet aygıtının büyük kısmının saray dışına çıkması ve böylece sultan ile yeni idareler arasında bağı kuracak bir kâtiplik ihtiyacı doğmasıyla ilgili görünüyor. Kâtiplik hizmetinin özel olarak da onun içinde baş kâtip ve kurmayının yer alması bir sürü unsuru yansıtıyor. Bunlardan, kuşkusuz bir tanesi, hükümet kurumunun giderek artan farklılaşmasının en önemli ürünü olan Bâbıali’nin yeni icra karargâhlarının ortaya çıkmasıdır.” (s. 67)
Üçüncü bölümün başlığı: “İmparatorluğun çöküşünün yükselen kalemiye hizmetleri üzerine etkileri: Reformlar öncesinde Babıâli ve Memurları. ” (s. 69-112)
1789 sıralarında Babıâli’nin durumu:
Sultan – Babıali
(Dış Katiplik hizmetleri) Babıali Defteri —-Defter Emaneti..
Veziriâzam
Konak (Household)
Divan
Kâhyabey
Reissülküttap
Çavuşbaşı
Veziriazam (vekil-i mutlak) divanı Sultan divanı aleyhine gelişti ve önem kazandı. İki tip toplantı yapıyor. Birincisi yüksek mahkeme olarak çalışması. İkincisi ise giderek artan şekilde danışma (meşveret)meclisi olarak çalışması. Bu ikinci tip, toplantılar tanzimattan sonra kurulan danışma kurullarınına (“conciliary bodies”) örnek oldular. (s. 72) Paşalığa terfi eden efendiler üst düzey “genel idareci seçkinler” sıfatı ile siyasal bir güç kazandılar; genel, geleneksel kitabet kültürünü de korudular. (s. 106-107). Bunlar arasından sadrazamlar, eyalet valileri vb. çıktı. İtzkowitz’in çalışmasına göre reisülküttap’lıktan gelen sadrazamlar, reformlardan önce, ‘Askeriye’den (Seyfiye’den) gelen sadrazamlara göre az sayıda.
Koca Yusuf Paşa adlı, kölelikten gelme bir sadrazamın yeteneksizliği anlatıldıktan sonra kâtiplerin övgüsü yapılıyor. “Yetişmelerinde ve işlerin yürütülmesinde zanaatkâr gibi bir yaklaşımla hareket edilmesinin, sayılarının az olması, malî konularda tecrübesizlikleri ve devlet çıkarlarını kişisel ve aile çıkarlarına göre ayarlamaları gibi mahzurları olmuş olabilir. Yine de kitabet memurlarının en iyileri, Koca Yusuf Paşa’nın tamamen yoksun olduğu bir idare fikrini canlı tutanlar ve her anlamda iyi olmasa bile, değişen dünyaya uyum sağlamada en iyi hazılanmış olan kimseler oldular.” (s. 110) Bu seçkin kâtipler sonunda imparatorluğu kurtaramadı; fakat, XIX. yüzyılda devrimci değişiklikler yaptılar.
Dördüncü Bölüm: Saltanatın yeniden teyidi (reassertion) ve sivil bürokrasinin kurulması. (s. 112-150)
III. Selim 1793’te yabancı ülkelerde devamlı elçilikler açtı. 1821’de de Babıâli Tercüme Odası kuruldu; fakat bu büro asıl 1830’dan itibaren önem kazanmaya başladı. (Ali, Fuat, Ahmet Vefik Paşalar, Saffet efendiler vb. burada yetişti ve sadrazam oldular. ) (s. 135) “Bu yeni elite örgütsel bir temel vermek ister gibi, II. Mahmut Tercüme Odası’nı güçlendirerek, diplomatik ve konsüler hizmetleri canlandırarak 1836 Mart ayında Reisülküttab’ı ‘hariciye nazırı’ haline getirdi.” (s. 138-139) Yazar “II. Mahmut otokrat bir sultan mı? Yoksa bir kalem efendisi mi? (aristokratı mı?)” diye soruyor. (s. 140) Nezaretler kuruldu. Çavuşbaşı adalet nazırı gibi (“not accurately”) oldu (“Divan-ı Deavi Nazırı”). Defterdar maliye nazırı oldu; 1838 ilkbaharında da sadrazam sıfatını kaldırıp, içişleri nazırına “başvekil” sıfatını verdi (s. 141). Sadrazamın divanının görevlerini de böldü; dinî-legal durumları Bab’ı Meşihat’a bağladı ve yeni iki Meclis yarattı: 1) Dâr’ı Şurâyı Babıâli (danışma meclisi); 2) Mecli Vâlâyı Ahkâmı Adliye (adlî fermanlar için yüksek meclis). Bu ikinci Meclis kendi başkanlığında toplanacaktı. (s. 141) Birinci meclis gölgede kaldı ve kısa süreli oldu; bu da sultanın yetkiyi kendi elinde toplamak iradesini gösteriyor. (s. 141)
Mahmud II’nin reformları, sonuç olarak, “düş kırıcı–deceptive” bulundu ve zaten o öldükten sonra da çiğnendiler. (s. 142) Aslında Batı’daki elçililerine çok önem veriyordu ve “etrafını da geleneksel kul yöneticilerden çok çağdaş batılı memurlara benzeyen bürokratik bir elitle kuşatmak istemişti”. (s. 142) Merkezîleşme çabaları otokratça idi. Yeni bir sivil hiyerarşi kurdu. Bütçeyi merkezileştirme çabaları “asgarî planlama” ile yapıldı. Ücretli bir bürokrasi kurmak iddiasındaydı; en üst düzey memurlar için saptadığı maaşlar Batı’dakinden çok daha fazla idi. Defterdar bu kadar para bulamayacağını söyledi. (s.145) Tayinler (büro şefleri ve daha yüksek kademeler) yıllık (reappointement) iken, 1838’de “ihtiyaç doğunca (“only as needed”) hale getirildi. Ücret sistemini “septikler” eski ikta sistemine ek gelir olarak gördüler. Birkaç on yıl sonra tarihçi Lûtfî Bey “ikta sisteminin yarattığı teşvik sistemini yıkıcı ve felâket şekilde enflasyon yaratıcı” (“having disastrously inflationary impact”) olarak niteledi. “İlke olarak, yine de, eğer idarî modernleşme anlamlı bir şey olacaksa, prebendalism (arpalık) sisteminden düzenli maaş ödenmesine geçiş ve bu sistemin gerektirdiği malî merkeziyetçilik yapılacak en önemli reformlar arasındaydı.” Memurlar ve kadılar için yeni ceza kanunu. Memurîn için olanda “müsadere-i gayrı icabiye” ve hukukî olmayan idarî cezalandırma (“siyaset-i örfiye”) kaldırıldı. (Uygulanma biçimleri ayrı sorun!) (s. 145)
Mahmud’un ölümü ve Gülhane hattı. Mal, can ve ırz ve namus güvenliğinin getirilmesi. Müsaderenin daha açık ve kesin bir şekilde kaldırılması. Kalemiye’nin, Mülkiye haline gelmesi. Ruling class-subject class dikotomisini kaldırdığı gibi, bu sonuncu içinde Müslim-gayımüslim ayrımını da kaldırdı. (s. 147)
Beşinci Bölüm: Tanzimat’ın sivil-bürokratik hegemonyası.
Faut Paşa’nın Ali Paşa’ya gönderdiği şiirde “Hariciye sadr-ı devlettir. Maşalih ondadır” deniyordu. (s. 151)
II. Mahmut’a benzer sultan Abdülhamit. Abdülmecid 16 yaşında sultan oldu. Yeteneksiz ve deliren sultanlar. Yeni dönemin asıl kazananları (“chief benefiaciaries”) “yeni diplomatik seçkinler”. (Dış baskılar söz konusu edilmiyor.)
Tanzimatın zaafları:
1) Reformların taklitçi (“mimetic”) niteliği; örn. 1868’de yaratılan Şurayı Devlet; İstanbul Belediyesi; kabul edilen bazı batılı kodlar vb;
2) insan kaynakları hususu. Eğitim reformları çok yavaş ve zayıf;
3) iktisadi kaynaklar sorunu. Zorluklar yapay yollar yarattı; 1840’da başlatılan “kaime” gibi;
4) reform ilkesinin siyasal davranışla karşıtlığı (“Reformist principle versus political behavior”). Örneğin 1829’da Pertev Paşa “sultanın tebaası tüm insan haklarına eşit olarak sahipler” diyince Mahmut çok kızdı (bkz. K. İnal, Şairler, II, s. 1302); yani Tanzimat’ta “patrimonial factionalism” devam etti; zaten Tanzimat 1871’de bitti. “Yeni kurumlar tanzim edilişlerinden daha büyük hızla geliştiler.” 1847’den sonra yayınlanan salnameler bunu gösteriyor. Yazara göre “The Growth of a Bureaucracy Freed of Outside Control”! XVIII sonlarında sivil bürokrasi 1000-1500 kişiden Abdülhamit devrinde 50-100 bine çıktı. (s. 168, kaynak salnameler)
Sivil bürokraside gayrimüslimler. (s. 205)
1856’dan sonra artmaya başladı. Ermeniler Rumlar aleyhine gelişti. Aynı tip işi yapan Osmanlılardan daha az maaş ve avanta alıyorlar. (s. 207) Dört tane de dışişleri nazırı çıktı: Karatodori Paşa, 1878-79; Sava Paşa, 1879-80; G. Noradungyan Efendi, 1912-13; Yusuf Franko Paşa, 1919. (s. 386, 150 no’lu dipnotu) Tanzimatçılar çok gönülsüz; birbirlerini bu konuda suçluyorlar. Kısaca gayrimüslimler ikinci sınıf durumdalar (fakat muhafazakâr Müslümanlardan daha iyiler) ve sonuç: “başarısızlık-failure”. (s. 208)
“Modernist” Müslüman memurları anlatırken, sık sık Eisenstadt’ın “split-up modernization” kavramına gönderme yapıyor. (s. 149-150, 210, 220)
Altınci Bölüm: Siyasal dengenin restorasyonu; Birinci Meşrutiyet dönemi ve sultan egemenliğine dönüş..
Yusuf Kâmil Paşa, Alî Paşa ölünce “sadaretin inhilali, Alî Paşa’nın irtihali iledir” demişti. (s. 221)
Küçük Said Paşa ve Cevdet Paşa Kanunu Esasî’ye şiddetle karşı idiler. “Sultanic enlightened despotism-Sultan’ın aydınlanma despotizmi”ni arzu ediyorlardı. (s. 225) Sultan da iktidara gelmek için vesile sayıyor. 113. madde sultanın arzusu ile sokuldu ve Mithat Paşa Şubat 1877’de buna dayanılarak sürüldü.
Sultan başta reformcu idi. Hatta memurların iyi yetişmeleri için Hazineyi Hassa’dan yardım edeceğini vaat etti. Gerçekten de Mektebi Mülkiye onun zamanında “önem ve büyüklük itibarıyla –in size and in importance” gelişti. (s. 228)
Sultan, II. Mahmud’u örnek alıyordu. (s. 229) Yıldız Sarayı’nda uzun süre en önemli yer Mabeyn Müşirliği idi. Bu makamı 1897’ye kadar Gazi Osman Paşa işgal etti. Onun ölümünden sonra “Büyük Mabeyn” ön plana geçti. Saray görevlileri en yüksek seviyesine ulaştı. Çağdaş gözlemcilere göre 12 000 memur, 15 000 güvenlik elemanı vardı. 1894-1908 arası Tahsin Paşa Mabeyn Başkâtibi idi. Arap İzzet paşa da (son yıllarda) ikinci katiplik yaptı. Abdülhamit döneminin “en ilhamlı eseri Hicaz demiryolu idi-the greatest inspiration”). Bu dönem “split-up modernleşme”yi çok iyi temsil ediyor. 8s. 234) Mülkî idare büyüdü. 50-100 bin kişi arası. Çoğu üretken değil. Büyük memurlar çok yüksek maaşlar alırlarken küçük memurlar asgari geçimin (“subsistence level”) altında maaşlarla yetinme durumundalar. (s. 237) Ayrıca sultan beğendiği memurlara ihsanlarda bulunuyor.
Aslında Babıali’nin örgütlenmesi 1871’den sonra da devam etti. Bu da dönemin en olumlu yönlerinden biri idi. (s. 240)
1908’deki durumu yazar şematik olarak açıklıyor. Bu tarihte Sultanın kurmay heyeti şöyle: 1) Mabeyn katipleri; 2) Hazineyi Hassa; 3) Kurena (padişah yakınları-chamberlains); 4) Yaveranı kiram (aides de camps); 5) küçük mabeyn. Ayrıca sultanın başkanlık yaptığı komisyonlar var: Demiryolları; Yüksek Maliye Komisyonu; Babıaliye yardım fonları; Yüksek Mülteciler Komisyonu.
Sonra sadrazamın kurmayı ve Meclisi Vükelâ ve vekaletler: başta Adalet, Maarif ve Maliye nezaretleri; sonra vakıflar; Ticaret ve Nafia; Rüsumat Emaneti; Orman, Maadin, Ziraat nezaretleri, posta-telgraf . Hariciye nezareti (diplomasi-konsolosluk ve dahiliye nezaretleri şubeleri) doğrudan sadrazama bağlı. (s. 241)
Abdülhamit ve danışmanları sivil bürokrasinin kolektif yapılanmasına II. Mahmut döneminden sonra en çok katkıda bulunanlar oldular. “1856 Islahat Fermanı’nda vaat edilen genel kamu hizmeti ilkeleri bu dönemde önemli ölçüde kanun olmaya başladılar; bir çoğu da 1908’den sonra alıkonmaya değer bulundular ve geliştirildiler.” (s. 270) Kişisel kayıt (statü) için de 1879 ve 1887’de iki demet talimatname kabul edildi: birincisi yüksek memurları (sahib-i rey), yani vekiller, mahkeme ve konsey başkanlarını, valileri vb. ilgilendiriyordu. Diğerleri ise küçük memurlara aitti (s. 271)
Memurin-i Mülkiye Terakki ve Tekaüd Kararnamesi 1881’de çıktı; 1884’te değişti. Sonra bunun da birçok maddesi değişti. 1880’de memur maaşları hakkında bir kararname çıktı. Bu, maaşlarda % 20 kısıntı getiriyordu; buna karşılık maaşlar “sağlam para” ile ödenecekti. Tekaüd maaşına doğru da ilk adımlar atıldı; fakat modern barem kanunu ancak Cumhuriyet’te çıktı. (s. 278)
1880’de memur maaşlarının genel sistemleştirilme çabasından bir yıl sonra Düyunu Umumiye kuruldu. (s. 281) Abdülhamit’in kendisi de, şahsı için, rasyonel bir şekilde yönetilen, imparatorluk içinde “mali imparatorluk” kurdu. Bu, çok yaygın gayrımenkuller ağından (“Çiflikât’ı Hümayun”) oluşuyordu.
Daha sonra mali konular dışındaki gelişmeler, konsolosluk hizmetleri, yeni memur anlayışı, istatistik idaresi vb. anlatılıyor. Düyunu Umumiye’de binlerce memur çalışıyor ve paralarını muntazaman alıyorlar. Jön Türkler Anayasa sorununu çözemediler. Saltanatı korudular. Tensikat yaptılar. Britanya elçisinin raporuna göre 27 000 kişi attılar. (s 297)
Sonuç..
“XVIII. yüzyıl sonlarındaki Babıali ile XX. yüzyıl başlarındaki Babıali arasındaki fark, erken çağın kâtiplik hizmetleriyle son dönemin sivil bürokrasisi arasındaki fark gibi, ‘devrimci’ olmaktan başka her şeydir.” (s. 338) Başlangıçta Babıali sadrazamı, divanını ve ona doğrudan bağlı büroları (Reisülküttap, Kâhya Bey, Çavuşbaşı) içeriyordu. “Alt kademelerde ise, katiplik hizmeti, katiplerin çıraklık usulüyle yetişme tarzlarından tayin şekillerine ve gelecekle ilgili beklentilerine kadar pratikte bir lonca örgütü (craft-guild) idi.” (s. 339) “İdari yeteneklerin bocalamasının başkabir göstergesi de yüzyıllarca süren bir dönemde, hiç olmazsa bir kısmının ücretle ödendiği hizmetlerde genelleşmiş prebendalizm (ikta-arpalık) sistemine dönülmesidir” (s. 340)
Kısaca modern ve geleneksel unsurlar bi,r arada (symbiosis) yaşadılar. Meclisi Vükela, Şurayı Devlet vb. geleneksel divana benziyordu. (s. 343)
— Osmanlı Devleti’nde Bürokratik Reform: Babıali, 1789-1922. İstanbul, 1994.
Eserin Türkçe çevirisinden alınan bazı notlar.
J. Matuz, Kanuni dönemi kalemiye mensupları için biyografik bilgiler vermiş. Buna göre “ne ayrı bir müşterek meslek kimliği olan ne de yeni kadroları saflarına katacak bir sisteme sahip” olan kişiler. “İmparatorluğun güçlü dönemindeki kalemiye, personelini değişen derecelerde yönetici sınıfın örgütsel açıdan daha fazla gelişmiş diğer şubelerden sağlıyordu. Bununla birlikte bu devirde bazı adaylar saray okulunda veya medreselerde bir ön eğitime tabi tutulmadan doğrudan dairelere alınıyorlar ve orada çıraklık yoluyla eğitiliyorlardı.” (Burada yazar Münşet’üs Selatin düzenleyicisi Ahmed Feridun’u örnek veriyor.)
Abdülhamit Mülkiye Mektebi’ni genişletti. Fakat bu gibi girişimleri Küçük Said Paşa veya Cevdet Paşa’ya atfediliyor. (s. 192) Mabeyn Başkâtibi Tahsin Paşa’ya göre “Abdülhamit memurların özgeçmişlerini okutturur ve özellikle adayların Mülkiye Mektebi mezunu olup olmadıkları hakkında özel bir ilgisi vardı.” Mülkiye Mektebi mezunlarına “özel bir öncelik” veriliyordu. (s 232-233)
FİNDLEY, CARTER V.; Knowledge and Education (in Modernisation in the Middle East;
Ed. Cyril E. Black ve L. Carl Brown; The Darwin Press, New Jersey, 1992. s. 121-149)
Yazıda bizdeki laiklik gelişimlerinde önemli gördüğüm bir saptama var. Özellikle Japonya ile karşılaştırmada bana ufuk açıcı görünmüştü.
“Osmanlı-İslam kültürel ortamında modernistler Japonya’da olduğu kadar özgür hareket edemediler ve gelenekçiler de tartışma terimlerini Çin’de olduğu gibi tamamiyle kontrol etme gücüne sahip olamadılar. Durumu daha da kötüleştiren şey şu oldu: başka kültürlerden bazı alanlarda bir şeyler almak geleneği bulunsa da egemen dünya görüşü İslam kültürünün üstünlüğünü ve kendi kendine yeterliğini vurguluyordu. İslamî dinî-legal düşünce de kültürel bütünlük için gerekli talepleri İslamî terimlerle ileri sürdü. İlgili Müslümanlar için, Şeriat’ın kapsadığı herhangi bir alanda başka bir kültürden düşüncesizce bir şeyler alma, kaybedici bir senkretizm mümkün olamazdı. Burada da, Batı’dan daha bir şeyler almadan, başka kültürlerden bir şeyler alma konusunda tarihî bir belleğe sahip olan Japonya ile arada önemli bir fark bulunuyor.” (148 s.)
FİNDLEY, CARTER V.; Ottoman Civil Officialdom, a social history;
Princeton University Press, 1989. (XXIV, 399 s.)
—Bu eserin Türkçesinden alınan notlar. Kalemiyeden Mülkiyeye; Osmanlı Memurlarının Toplumsal Tarihi; İstanbul, Tarih Vakfı Yurt Yayınları, 1996.