MAHMUD CELALEDDİN PAŞA; Mir’at-ı Hakikat; İstanbul, Tercüman Yayınları, 1979.
III. Ahmed dönemi sadrazamlarından Damad Çorlulu Ali Paşa’nın (öl. 1711) torunlarından. Arapça, Farsça ve (özel derslerle) Fransızca öğrendi. Çok önemli devlet görevlerinde bulundu. İki kez Şurayı Devlet azalığı, üç kez de nazırlık yaptı. II. Abdülhamid döneminde ön plana çıktı. Diplomat Salih Münir Paşa’nın babası. 1899’da, Ticaret ve Nafia nazırı iken öldü.
Eser 1839’dan Meşrutiyet’e giden dönemin en önemli kaynaklarından biri. Özellikle ulusallığın doğuşu hakkında başka hiçbir yazarda göremediğim analizler yapıyor. “Şark Sorunu”nu en iyi kavramış devlet adamlarından biri. Fakat, yazarın Abdülhamitçi tavrı ve Mithat Paşa’ya karşı düşmanca tutumu, eserin temel zaafını oluşturuyor.
Tanzimat’ın ilginç eleştirisi: “Osmanlı Devleti’nin kuruluşundan beri dini inançlara taarruz olunmayıp, bu yolda tam bir serbestlik verilmiş iken, Müslüman olmayan tebaa haklarındaki adaletli muamele, sonraları tahkir ve düşmanlığa dönüşmüştü; lâkin Ruslar ve diğer Hıristiyan devlet ve milletler Osmanlı memleketlerinde nüfuzları kuvvetlendikçe Hıristiyanları himaye davasına düştüler ve nihayet Ruslar, Kaynarca Muahedesine Hıristiyanlığı himayeye dair hususi madde derç ve ilave ettirmekle Osmanlı Devleti’ndeki Müslüman olmayan cemaatlerin hamisi olduklarını ilan ve sonraları Sırplıları ve Yunanlıları isyana kışkırtmaya büyük gayret sarf ettiler.” (s. 28).
Mustafa Reşit Paşa’nın reformları şu şekilde övülerek anlatılıyor: Reşit Paşa, “(…) fedakâr gayretlerle Tanzimat’ın esasını muhafazaya ve ıslahatın idarece yerine getirilmesine devam ve ihtimam eyledi. Eyaletler valilerin elinde malikâne gibi zabtedilmiş iken, düzenli idare usulünü tesis ve meşru meşveret kaidesini tayin ile mülki hükümeti teşkil ederek, bu sayede devlet gelirlerini birkaç katına çıkardı.” (s. 32).
1856 Fermanı: “Bu Ferman’ın hükümleri bütün Osmanlı ahalisine şamil ise de, Osmanlı Devleti’nin tebaası ile olan muamelelerine devletlerin müdahale etmeyeceklerine dair muahedeye konulan maddenin hükmü, Islahat Fermanı’nın andlaşmada kat’î ve açıkça zikredilmesi ve devletler arasında sened ittihaz olunmasıyla manasız bir söz derecesine inmişti.” Anlaşmaya karşı bir layiha Reşit Paşa tarafından sultana sunulmuştu (Bu Lâyiha Ahmed Cevdet Paşa’nın Tezâkir’inde yer almaktadır). (s. 36).
“Fransa İmparatoru III. Napolyon İtalya’dan Avusturya nüfuzunu kaldırmak ve orayı müttefik devletler adıyla çeşitli hükümetlere bölerek, hepsinin üzerinde hükmünü yürütmek istiyordu. Bunun için de Rusya’yı kendisine muhalif ve Avusturya’ya yardımcı bulmamak için imzalanan muahededen (1856) Rusya’nın faidesini ve Osmanlı Devleti’nin zararını mucip olacak fedakârlıkları yürürlüğe koyan Napolyon, İtalyan meselesini arzusuna uygun olarak halletmek üzere, her kavmin istediği hükümdar ve hükümeti seçmesi lüzumunu ilan ederek, çeşitli milletlerin ve bu arada Osmanlı tebaasından olan hristiyanların zihinlerini karıştırdı. Bu durum karşısında İngiltere Devleti siyasetini değiştirerek doğrudan doğruya menfaatlerine dokunmayan meselelerde kayıtsız kalmayı tercih etti” (s. 39).
Eflak Buğdan’da özerklik gelişmeleri ve “milliyetçilik kaidesinin her tarafta hükmünü yürütmeye başlaması..” (s. 45). “Yine, teknik neticesi olarak bütün Avrupa memleket ve beldeleri ile çeşitli millet ve kavimler bağlılıkların kurulması için gerçek ana yolu açmış olan demiryolları inşası her devlet ve hükümet için en önemli ve vazife addedilmiş iken, bizde ise, yüz elli seneyi aşkın zamandan beri cehalet belasının ilerlediği ve yukarıda zikredilen modern tekniklere hiç vukuf olmadığı için, halkın, zenginlik vasıtalarından istifadeye kabiliyeti bulunmadığını, demiryolu yapılmamasının memleketin imarına engel olduğunu, şu halde oturup da kuvvetli bir hükümet sahibi olmanın kabil olmadığını Fuad ve Ali Paşalar çok iyi bilirlerdi” (s. 58). Bu nüfuzlu adamlar “sadece Fransızların zoruyla” Galatasaray Sultanisi’ni kurabildi, fakat demiryolu ve limanlar konusunda bir başarı gösteremediler.
Eserde Hersek isyanının çıkışı hakkında bilgiler var. 1875 mali iflası için, Celaleddin Paşa şunları yazıyor: “Mülkî ve askeri dairelerin tasarrufa alıştırılamaması sebebiyle, seneden seneye masraflar arttığından, bunların ödenemeyen kısmının ödenmesi için Galata sarraflarından ağır akçe istikrazı ile yerine getirilmesine çalışılmıştır” (s. 98). Kırım Savaşı’nın ardından “açılan sefahat kapıları” da Sultan Aziz zamanında önlenmek istenmiş, önlenememişti (s. 98). Dış borç tahvillerinin yüksek faizleri (% 12’ye kadar) yabancılara olduğu kadar Osmanlı vatandaşlarına da cazip gelmeye başlamıştı ve “pek çok kimse mal ve mülkünü, kadınlar küpesini satarak umumi esham tahvilleri ve kur’alı demiryolu senedleri tedarik etmek yoluna gitmişlerdi” (s. 99).
“Avrupa’ya bir gösteriş olmak üzere yabancıların Osmanlı topraklarında emlâk edinebilme müsaadeleri ve vakıf emlâkın intikali usûlünün genişletilmesine izin verildiği gibi, Beyoğlu’nda yerli ve yabancı her sınıf çocuklardan mürekkep Mekteb-i Sultani (Galatasaray Lisesi) adı ile bir büyük medrese açılması hususu tatbik mevkiine kondu.” (1284-1868). (s. 50).
Kırım Savaşı’ndan sonra ulusal duyguların ve hareketlerin doğuşu: “Paris Muahedesi gereğince çıkarılan Islahat Fermanı, anlaşmayı imzalayan devletlerce, doğu Hıristiyanlarının haklarını himaye etmede bir nevi sened ve sebeb teşkil ediyordu. Bunun yanı sıra zamanın yeni fikirlerinden olan, herkesin hürriyette, her şeyde tamamen eşit olması, azasından bulunduğu toplumun işlerinde reyi bulunması ve hatta o topluluğun şeklinin bile fertlerin reylerinin birleşmesiyle tesis olunması, din ve zâti asalet için asla fark ve imtiyazın olmaması, liyâkat ve istihkakına göre her şahsın her mertebeye ve her hizmete gelebilmesi için kaideler bütün Avrupa devletlerinde geçerli idi. Bu kaidelerin Avrupa devletlerinde uygulanması ile, din ve mezhep lâkırdıları unutulmuş ve kaldırılmış olduğundan dolayı, herkes kendisini bolluk ve yükselme kapılarını kapayan kilitleri sökülmüş görmekte ve bu esasları memleketlerinde ilerlettikçe, diğer yerlere ve milletlere de yaymak için büyük gayret sarf etmekteydiler. Bundan dolayı Osmanlı Devleti tebaasından olan Müslüman olmayan unsurların hemen hepsi çocuklarını ve akrabalarını Avrupa’ya göndermeyi tercih etmekteydiler. Avrupa’ya gitmeye kudreti kâfi gelmeyenler, evinin yiyecek ve içeceğinden kesmeyi ve borç etmeyi tercih edip zamanımızda terbiye (eğitim) denen şeyi ve devlet işlerini idareye lazım olan ilim ve fenleri oradan öğrenmişlerdi. Bundan dolayı yukarıda anlatılan esasları gerçekleştirmek isteyenlerin sayısı, imparatorluk içinde günden güne çoğalmıştı. Hatta bunların aralarında “Biz de bu memleketin ahalisinden ve bu devletin tebaasındanız; Müslüman olmadığımızdan dolayı bir takım vazife ve vergilerle mükellef olduğumuzdan Müslümanlarla aramızda tam bir eşitlik bulunmadığından dolayı perişan oluyoruz” diyenlerin lâkırdıları artık gizlenmemeye başlamıştı.” (s. 51).
Yunanlıların Ruslardan nefret etmeye başlamalarının nedenleri: 1) Rusların Girit isyanında yardımlarına rağmen, adanın Yunanistan’a ilhakında yardımcı olmamaları; 2) Bulgarların Yunan Kilisesi’nin ruhani liderliğinden ayrılmalarına yardımcı olmaları (s.67).
1876 medreseliler ayaklanmasını çok kötülüyor. V. Murat, sarrafı Hristaki Efendi, Mithat Paşa vb. para da dağıtarak, yazarın “ayak takımı”, “güruh”, “fesada yakın mutaassıp” gibi sıfatlarla andığı medrese talebelerini kışkırtıp ayaklandırdılar (s. 158-160).
Yeni Osmanlılar Ali Paşa’nın sadaretinin son yıllarında ortaya çıktılar. “Yeni Osmanlılar adıyla meydana çıkan sınıfın içinde her meslekten adam varsa da, onların, birkaç defa gördükleri tazyik ve cezalardan ötürü cemiyetlerine halel gelmiş, halk indinde ehemmiyetleri kalmamıştı. Fakat , öteden beri medrese talebelerinden muhalif bir topluluk teşekkül edince, hocaları delaletiyle herkesin dikkat nazarını çektiği ve halkın da kendilerine katıldığı tecrübe ile sabit olmuştur” (s. 139). Başkanları, hırslı, müstebit, “yıkıcılıktaki cüreti ile tanınmış” Mithat Paşa! (s. 146). “Mithat Paşa ise, mazûllüğü sırasında Hüseyin Avni Paşa’ya kolaylık hazırlamaktan geri durmayıp, Topkapı dışında yaptırdığı köşkte, Yeni Osmanlılar adı ile tanınan Ziya Bey gibi, müfrit fikir sahiplerinden kendisine mensup olanları ve bir aralık Yeni Kapı Mevlevihanesi şeyhi Osman Efendiyi, tahttan indirme maksadına sırdaş ederek onlarla daima fikir alışverişi yapar ve sarrafı Hristaki Efendi ve hekimi Kapolyon vasıtasıyle Sehzade Murad Efendi ile de gizlice muhaberelerde bulunurdu.” (s. 159).
“Yeni Osmanlılar, bir kanun-u Esasî ilanıyla ammenin hüriyetinin sağlanmasını” istiyorlar. (s. 175-176).
Celaleddin Paşa, Mithat Paşa’nın konağında Vükela Meclisi toplantı halinde iken, Çerkes Hasan’ın yaptığı baskını –görgü tanığı olarak- anlatıyor (15 Haziran 1876). Traji-komik bir olay! (s. 190-193).